Anormallarin İçinden Bir Normal
Psikoloji bölümünde okuyan öğrencilerin en zorlandıkları kısım belki de ruhsal rahatsızlıkları öğrenirken hepsinin belirtilerinden kendilerinde bulmaları olabilir. Hatta kitapta bile öğrencilerin bu hissiyatının normal olduğuna dair bir uyarı vardır. Oysa bir öğrenci gerçekten bir ruhsal rahatsızlığa sahip olabilir ya da gerçekten kitaptaki uyaranın doğrultusunda öğrenci tamamen normal olduğu halde kuruntu yapıyor olabilir. Peki gerçekten bir ruhsal rahatsızlığa sahip olup olmadığımızın farkında mıyız? Ya da en kötüsü tanıyı koyabilecek bir uzman -psikiyatr veya psikolog- bunun doğruluğunu anlayabilecek mi? Siz alanda uzman bir insan olmadığınız için ruhsal rahatsızlığınızın farkında olmayabilirsiniz ama çevrenizden bu konuda geri dönütler alıyor olabilirsiniz. Fakat belki de kuruntulu bir insansınız ve tamamen sağlıklı olsanız da kendinizde bir rahatsızlık olduğunu düşünüyorsunuz. Diyelim ki bir uzmana gittiniz ve olmayan rahatsızlığınızı kendinizde bulduğunuz hafif belirtilerle abartarak anlattınız. Alanında uzman olan bu kişi, gerçekten ruhsal rahatsızlığınızın olmadığının farkına varabilir miydi sizce?
Tabi ki istediğimiz cevap burada. Evet, mutlaka farkına varmalı. Ne de olsa o alanında uzman birisi değil mi?

Psikolog David Rosenhan, bu tür bir sorudan yola çıkarak psikiyatr ve psikologlara ders olacak nitelikte bir deney yapmıştır.
Rosenhan ve ortakları, toplamda sekiz kişiden oluşuyordu. Üç kadın ve beş erkekten oluşan bu gruba Rosenhan da dahildi. Yani birebir kendisi de deneyin içinde yer alacaktı. Bu gruptaki insanlardan üçü psikolog, biri pediatr, biri psikiyatrist, biri ressam, biri psikoloji öğrencisi ve biri de ev hanımıydı. Hiçbirinin bir akıl sağlığı ya da ruhsal rahatsızlık problemi yoktu ve her biri akıl sağlığı üzerine eğitimli insanlardı fakat bunları saklayarak, gerçek kimliklerini gizleyerek hasta rolünde buldular kendilerini. Olmayan psikolojik rahatsızlıklarından ya da halüsinasyonlarından bahsederek kendilerine ‘deli’ damgası koydurttular, kliniklere kabul edildiler. Hatta bu deneyi beş farklı eyaletin onlara bağlı farklı hastanelerinde tekrarlamışlardı. Deney keşke bu kadarla bitmiş olsaydı fakat devamında daha da ilginçleşiyor aslında.


Kliniğe kabul ederek amaçlarına ulaşan Rosenhan ve işbirlikçileri deney amacına uygun olarak davranışlarını normalleştirmişler, iyi hissettiklerini söylemeye başlamışlardır. Tabi görevliler bunları ciddiye almamıştır. Diğer uzmanlarsa ilaçları düzenli kullanırlarsa serbest bırakılacaklarını söylemiştir. Uzmanlar yaklaşık 19 gün boyunca klinikte tuttuğu bu grubu -bir kişiye de hafif şizofreni tanısı koyarak- gitmelerine izin vermiştir.
Deneyin amacı aslında burada bitmiş gibi gözükebilir. Kaldı ki bitmiş gibi 1973 yılında Science dergisinde yayınlanmış daha sonra yayılmış ve basında geniş yer edinmiştir. Tabi böyle olunca bir klinik açıkgözlülükle bu durumdan yararlanmak istemiş, Rosenhan’dan deneyi tekrar etmesini ve sahte hastaları kendi kliniklerine göndermesini talep etmiş ve aralarında anlaşmışlardır.
Böylece ikinci deney başlamıştır. Kliniğe bir hafta içerisinde akıl hastası olduklarını iddia eden 193 kişi gelmiş, uzmanlar bu 193 kişiden 41 tanesine ‘sahte hasta olabilir’ teşhisi koymuşlardır. ‘Sahte hasta olabilir’ teşhisi konulanlardan 19’u ise yine bir uzman tarafından kontrol edilerek kliniğe yatırılmıştır. Bu sonuçları rapor eden kliniğin Rosenhan ile iletişime geçtiğinde aldığı cevap deneyin en şaşırtıcı kısmı olabilir çünkü Rosenhan, kliniğe hiç sahte hasta göndermediğini söylemiştir.

Bu sonu hiçbirimiz beklemiyorduk sanırım ama en beklenmeyen, deneyin ikinci kısmında kliniğin yanlış tanılar koymasıydı. Rosenhan, psikoloji dünyasında doğru tanı koyabilmenin önemini ikinci kez göstererek bu alandaki uzmanlara olan güveni sarsmıştı o yıllarda. Dolayısıyla Amerikan Psikiyatri Derneği, “Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatiksel El Kitabı”nda değişiklikler yaparak hastalık tanısı için olan semptomların belirtilerini 2-3 katına çıkardı. Yani psikoloji hem toplumun gözünde hem uzmanların gözünde yenilendi.
Deney yapılalı 47 yıl oldu, birçok alanda insanlar gelişme kaydettiler. Şu anda aynısı yapılsa ne sonuçlara ulaşılır tartışılır tabi ki ama psikoloji bilimi 47 yıl önceki halinde değil. Şu an hiçbir şeyin o halde olmadığı gibi. Yani ‘Tanılar doğru koyuluyor mu şu an?’ sorusundan önce bence başka bir soru sorulması gerekli. Aslında belki de Rosenhan’ın tam olarak değinmediği fakat düşününce yaklaşabileceğimiz bir soru: O zamanlarda uzmanlar bile toplumun kaba deyimiyle ‘deli/anormal’ insanı akıllıdan/normalden ayırt edememişken biz hala nasıl bu etiketlemede bulunabiliyoruz?

47 yıl önce ruhsal rahatsızlığa sahip bir insana deli gözüyle bakılıyordu. 47 yıl sonra maalesef ki insanlar olarak aynı noktadayız aslında. Evet psikoloji bilimi gelişti, belki deney şu an tekrarlansa böyle şaşırtıcı sonuçlar elde edilmez fakat biz insanlar olarak 47 yılda neden gelişemedik? 47 yıldır normal-anormal tanımını yapamadan neden en ufak farklılıklara bile korkarak baktık?
Birçok alanda -teknoloji, bilim, sağlık vb.- insanlar gelişmekte, büyümekte çok başarılılar. Örneğin kendinizi deneyin yapıldığı tarihte bulsanız bir anda sanki yüz yıl geriye gitmiş gibi bile hissedebilirsiniz. 47 yıl, dünyanın varlığı için çok kısa bir süreyken ve insanlar çeşitli alanlarda kendilerini geliştirmede çığır açmışken hala bir ruhsal rahatsızlığa, farklı davranışa, herkesin yapmadığını yapmaya deli/anormal olarak bakmayı neden bırakamıyoruz? İnsanlık olarak düşünce yapımızı değiştirebilmeyi neden beceremiyoruz?
Paulo Coelho’nun da dediği gibi ‘Normallik fikir birliğinden başka bir şey değildir.’ Biz bu fikir birliğinde kaldıkça 47 yıl geride ‘düşünmeye’ devam edeceğiz.
Deneyden esinlenerek yapılmış bir film önerisi: One Flew Over The Cuckoo’s Nest
Yararlanılan ve İnceleyebileceğiniz Kaynaklar:

Anlatılması gereken önemli bir konuyu seçmişsin, yazını çok beğendimm. Umarım bir gün insanlar ufacık bir farklı davranışın ya da düşüncenin hemen anormal olduğunun kanısına varmaz.
Teşekkür ederim okuduğun ve değerli yorumun için 🙂