Arada Kalanlar: Maniyerizm
El Greco-Laokoon (Ve Oğulları)
Maniyerizm ya da Üslupçuluk, 1520 – 1580 (1600) yılları arasında Floransa ve Roma’da eş zamanlı olarak görülmeye başlanan bir sanat akımıdır. Maniyerizm, ortaya çıktığında her yerde etkisini gösteren ve uzun yıllar süren diğer üslup dönemlerine nazaran daha kısa sürmüş, tarihin akışı içinde çok kısa yer almış bir dönemdir.
Maniyerizm sözlük anlamıyla aşağılayıcıdır. Ancak buradaki anlamın, sözlükteki tanımıyla ilgisi yoktur. Kelimenin tanımı, İtalyanca “üslup” anlamına gelen “Maniera”dan türetilmiştir. Maniyerizm’e aşalayıcı anlamını Lodovico Dolce 1557 yılında vermiştir. Dar anlamda sadece üslup değil; davranış rahatlığı, akıcılık, virtüözlük, incelik gibi anlamlara da gelmektedir.
Maniyerizm üslubu önceleri Yüksek Rönesans’ın içerisinde işlenirken sonraları ayrı bir üslup-dönem olarak ele alınmaya başlanmıştır. Batı öğretilerinde bu ayrım daha erkenden başlamıştır ancak Türkiye’de yakın geçmişte ayrı bir üslup olarak verilmiştir. Bahsi geçen üslubun Rönesans’tan farkı olmadığı düşüncesi ayrımı gereksiz görmüştür ancak her iki üsluba dikkatli bakınca bu ayrımın kaçınılmaz olduğunu anlayacağız.
Rönesans bir akıl çağı olarak bilinirdi. Skolastiklere karşı bir baş kaldırı söz konusuydu çünkü hümanizm kavramı ortaya çıkmıştı. Bununla birlikte insan iradesinin önemi, Tanrı ile olan iletişimin kişiselliği savunulmuş ve din adamlarının iki yüzlülüğü gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. İnsanlar bir düzeyde dinden uzaklaşmış ya da kendileri ile Tanrıları arasına kimseyi sokmamıştır. Tüm bu gelişmeler sanata da etki ederek Rönesans’ın resim sanatındaki etkisini meydana getirmiştir. Kuralcı ve akademik; kusursuzluğa ve güzelliğe verilen önem artmıştır. Bunun sebebi Rönesans ile gelen antikiteye geri dönme arzusudur. Antik Roma-Yunan’ın kusursuz figürleri..
Ancak Maniyerizm ile tüm bunlardan sıyrılma, kalıplardan kaçınma kendisini gösterir. Hümanizm etkisini yitirmektedir, inanç-din unsurlarına gösterilen ilgi tekrar geri dönmeye başlamış gibidir. Böylece, Maniyerizm ile Rönesans’ın dengeli, ölçülü durumu birden kaybolmuş ve gelişim çeşitli yönler göstermeye başlamıştır. Bu sanat anlayışında, üslupta incelik, gerçek dışı, fantezi ve çelişkinin içinde olduğu, gösterişe uygun ifade formlarının yer aldığı, kimi zaman yapmacık ve acayip görünümleriyle eserlerde kendini göstermiştir. İnsan anatomisininse bilerek bozulması benimsenmiştir. Ki bu tutum bahsi geçen sanat üslubunun en önemli özelliğidir. Maniyerizm’in yayılmaya başladığı bu tarihlerde duygularda bir değişme meydana gelmiştir. Yeniden bu dünyadan vazgeçme, yeniden bir öbür dünya özlemi, kişi benliğinden nefret duygusu Avrupa’da yayılmıştır. Bu duygusal yeni ortam, klasik araştırıcı yeni dünyaya bir tepkidir. Bu reforma karşı olan durumu Burckhardt, hümanistlerin düşüşü olarak niteler.
Nitekim Maniyerizm’e bakıldığında tam tersi bir yönelim görülmektedir. Maniyerist sanatçı tutkulu, tinsel varlığının bilincine varmış bir bilinç sanatı geliştirmiştir. Rönesans’ta izine pek fazla rastlanmayan bireysel tercihlerin ve artistik anlayışların Maniyerizm ile yeşerdiğine tanık olunmaktadır. Sanattaki bu kıpırdama sanatçılar tarafından daha ileriye taşınmış, Sanatçılar bu sayede kendilerini kısıtlayan Rönesans’ın dikte ettirmeye çalıştığı kurallarından ve zincirinden kurtulmuştur. Maniyerizm döneminde, resimlerde bilinçli meydana getirilen deformasyon oluşumlarının yanı sıra; mekan belirsizliği ve derinliği, doğayı dikkate almama, figürde “S” hareketinin uzatılarak vurgulanması, denge ve simetrinin bozulması; yerini, dengesizlik ve asimetriye bırakmasıyla birlikte renkler anlamlı bir şekilde öne çıkmıştır. Maniyerist resimlerde beklenmedik yerlerden gelen ışık etkilerinden yararlanılmıştır.
Üslubun sanatçıları, Rönesans sanatının perspektif, oran-orantı, modle gibi sanatsal ölçütlere yeni bir yaklaşım getirmiş, bu ölçütleri esnekleştirmiştir. Üslupçu eserlere bakıldığında genel olarak:
Rönesans’ın kompozisyonlardaki sıkı ve matematiksel düzen, kusursuzluk anlayışının yerine daha serbest bir kompozisyon anlayışının geldiği anlaşılmaktadır. Bu yenilikler sayesinde Maniyerizm kendini kısıtlayan tüm engelleri ortadan kaldırarak kendi biçim felsefesini gerçekleştirmiştir;
- Vücudu karmaşıklaştırmaya ilgi duyulması,
- Kompleks ve doğal olmayan kompozisyonlar/pozlar ve vücutlar
- Gerçeklik algısından uzaklaşma
- Işık ve renklerin çeşitliliği.
- Güçlü, duygusal atmosfer
- Çarpık figürler akımın öncü özellikleridir.
Michelangelo ve Mahşer
Maniyerizm üslubunun resimdeki yankılarını ilk olarak Michelangelo’nun “Mahşer” (The Last Judgement), adlı eserinde görüldüğü düşünülmektedir.

Michelangelo, 1536-1541, Fresko, 1370 cm × 1200 cm, Sistine Şapeli, Vatikan.
Michelangelo, üslup olarak Yüksek Rönesans-Maniyerizm dönemine yerleştirilen bir sanatçıdır. Bahsi geçen eseri, 1534-1541 yılları arasında, Sistine Şapeli’nin altar duvarında resmetmiştir. Yargılanma gününü konu alan fresko çok katmanlı ve karışık bir kompozisyon düzenine sahiptir. Aynı şekilde kullanılan renk paleti de hayli geniş ve canlıdır.
Ancak burada konu açısından asıl önemli olan figürler ve vücut proporsiyonlarıdır. Genel bir ifadeyle, figürlerde kadın ve erkek ayrımı olmaksızın vücutlar bir hayli -abartılı- kaslı resmedilmiştir. Uzuvların oranları vücut yapısıyla uyuşmamaktadır; normalden uzun denebilecek kollar ve bacaklar buna örnek verilebilir. Bakışlarda ve ifadelerdeki abartılı tepkiler, büyük gözler Rönesans kusursuzluğunun çok ötesindedir.

Özellikle, eserin orta düzleminde yer alan ve yukarıda detayı verilen kısımda kemikleri alınmış, adeta sönmüş bir balon gibi görünen figürle karşılaşılmaktadır. Nitekim bu figür Maniyerizm’e güzel bir örnektir. Bilimsellik, kusursuzluk ve tutarlılığın hakim olduğu Rönesans’ta böylesi bir figür görmek neredeyse imkansızdır. Böylece, Michelangelo’nun “Mahşer” eseri ile Maniyerizm’e giriş yaptığını söyleyebiliriz.
El Greco ile Maniyerizm
Üslubun çokça temsilcisi olmuştur, bunlardan biri de ilginç eserleri ile dikkat çekip Maniyerizm’i yoğun biçimde benimseyen İspanyol ressam El Greco’dur.
1541 yılında İspanya/Toledo’da doğmuştur ancak Yunan kökenlidir ve bunu eserlerine tam adı olan Doménikos Theotokópoulos’u Yunan harfleriyle imzalayarak göstermiştir.
Ressamlığın yanı sıra mimarlık ve heykeltraşlıkla da ilgilenmiştir. İlk olarak eğitimine Bizans sanatı ile başlamıştır, 26 yaşında Venedik’e ve Roma’ya giderek Rönesans üslubunda da eğitim almıştır. Maniyerizm üslubunda resmetmeye Roma’da açtığı atölyesinde başlamıştır. Ancak sanatçının dramatik ve dışavurumcu tutumu çağdaş çevresi tarafından tam anlaşılamamıştır. Fakat 20. yüzyıla gelindiğinde takdir edilmeye başlamıştır. El Greco’nun dışavurumcu üslubu Kübizm’in de öncüsü olarak kabul edilmektedir. El Greco genel resim akımlarından bağımsız, şahsına özgü bir sanatçı olarak yorumlansa da, resimlerindeki uzun figürler ve tuhaf renk seçimi, Maniyerizm ve Bizans resminin bir bileşimi olarak kabul edilir.

El Greco, Laocoon ve Oğulları (Laocoön and His Sons), 1610-1614, Yağlı boya, Washington National Gallery.
Sanatçının bilinen eserlerinden olan Laocoon (Ve Oğulları) eseri, üslubunun güzel bir yansıtıcısıdır.
Eseri daha iyi anlayabilmek için öncelikle hikayesine kısa bir göz atmak yararlı olacaktır. Buna ikonolojik yorum da denilebilir.
Laocoon ya da Laokoon Troya Savaşı zamanında yaşamış, Troya’daki Apollon Tapınağı’nın rahibidir. Eserde ise Yunanlılar’ın Truva Atı’nı Troya’nın kapılarına bırakıp gitmesinin ardından şehirde gerçekleşen olayların ardından Rahip Laocoon ve oğullarının başına gelenleri ele alır. Rahip hediye olarak gönderilen bu atın düşmanın bir tuzağı olduğunu söyler ancak sözleri kimse tarafından dinlenmez. Çok geçmeyen bir zamanın ardından Laocoon Tanrı Poseidon’a bir kurban etmektedir. O esnada iki yılan gözükür, korkunç kıvrımları ile kıyıya doğru ilerlerler. Dehşet verici görüntüleriyle bu iki yılan rahibin oğullarına saldırır, vücudunun kıvrımları arasında bedenlerini kıstırır ve çaresizce çırpınan çocukları ısırmaya başlar. Bunu gören Laocoon silahlarıyla çocuklarının yardımına koşar ancak Laocoon da yılanların saldırısına yakalanır. Ve cansız bedenleri yere düşünce yılanlar tapınağa yönelirler. Yaşanan bu olay halk gözünde, Laocoon’a Tanrılar tarafından gönderilen bir ceza olarak yorumlanır.
Laocoon ve oğullarının hikayesini ele alan eserde üçünün yılan saldırısına uğradıkları sahne resmedilmiştir. Burada koyu ve soğuk renklerin resme hakim olduğu görülmektedir. Nitekim El Greco’nun renk paleti çoğunlukla soluk renkleri içermektedir. Resimde hikayede anlatılan üç ana karakterin dışında iki figür daha görülmektedir. Tüm bu figürlerin vücutlarının orantısızlığı ilk bakışta açıkça göze çarpmaktadır. Uzuvların orantısız uzunluğu, bütüne uymayan rahatsız edici detaylar, vücutlarda fazlaca kıvrım (S kıvrımlar)ve yüz ifadelerinde abartı yer almaktadır. Genel hatlarıyla, görmeye alışık olduğumuz Rönesans ve öncesi dönem eserlerinden oldukça farklıdır. Kusursuzluktan, kuralcılıktan ve uyumdan uzaktır. Tabii bu aykırılık dönemin zihniyetine ya da ondan önce var olanlara karşı bir tepki olsa da ve bu durum uyumsuzluğu getirse de her üslup ve eser kendi içerisinde ahengini ve uyumunu taşımaktadır.
Sonuç olarak Manyerizm üslubunun çağdaşlarından ya da önceki akımlardan ne derece farklı olduğu El Greco’nun benimsediği tutumu başarılı biçimde yansıtması ile anlaşılmaktadır.
El Greco’nun dışında
- Michelangelo
- Jacopo da Pontormo
- Francesco Parmigianino
- Benvenuto Cellini
- Giovanni Bologna/Giambologna
- Jacopo Tintoretto
eserlerinde Maniyerist tutumu benimseyip uygulayan sanatçılardır.
Kaynaklar:
Mitoloji ve İkonografi-Bedrettin Cömert
Dünya Sanat Tarihi-Adnan Turani