Bilim, Felsefe

Bilim ve Felsefe Açısından ‘Doğruluk’ Kavramı

Bilim bildiklerimiz, felsefe ise bilemediklerimizdir.

 Felsefe ve bilimde ‘doğruluk’ kavramına bakmadan önce bu iki uğraşın neler olduğunu, benzer yanlarını ve farklılıklarını ortaya koymaya çalışacağım. İlk önce felsefeye bakalım. 

Felsefenin kelime anlamı bilgiyi seven, bilgi yolunda giden demektir. Felsefenin genel bir tanımını yapmak elbette çok zor ama basitçe insanın kendini bilmesi, insanın neyi bilmediğini bilmesi, doğruyu ve hakikati bulma yolunda düşünsel bir çalışma, evren ve yaşamı anlama çabası olarak basite indirgeyebilirim. Bilim ise doğal dünyanın içinde gerçekleşen olayları incelemek, nedensellik ile bağ kurarak insan merakını gidermeye çalışmak, deney ve gözlemle sistematik bir şekilde durumların incelenmesi ve sonuçlandırılması diyebilirim. 

 Felsefenin bilim ile karıştırıldığı hatta bilimin felsefeden ortaya çıktığı veyahut bilimin felsefeyi bir araç olarak kullandığı görüşleri-pozitivist ve idealist görüş- epeyce fazla. İlk önce şunu ortaya koymamız gerekiyor ki her iki uğraş da farklı sorunlarla ilgilenirken birbirlerinden fazlaca yararlanmışlardır. Veyahut iki uğraş da aynı konularla ilgilenirken başka pencerelerden olaylara etki etmiş ve sonuçlar çıkarmıştır. İlk önce bilimi felsefeden ayıran en önemli özellik, bilimin deneysel bir etkinlik olmasıdır. Bilim deneyler yapar, gözlemler yapar, sonuçları çıkarır, karşılaştırır ve doğruyu ortaya koyar. Bilimin doğruları, sağlaması yapılmış ve kesinleşmiş doğrulardır. Felsefe ise tamamen ussal, dizgesel gelişim açısından tutarlı, mantıksal uslamlamalar yapar. Bu yüzden felsefe mantığa- Aristoteles’in mantığı- ihtiyaç duyar, felsefeyi mantık olmadan var olarak kabul etmemiz imkansızdır. Ayrıca karışık dizgesel söz öbeklerinden oluşan karmaşık cümlelerin felsefe sayılması da kabul edilemez bir gerçektir. Ne olursa olsun sonucunda veyahut amacında mantıksal bir uslamlama olmadığı takdirde felsefe olmayacaktır, olamayacaktır.

Felsefenin tarihine baktığımızda birçok filozof dolaylı yoldan veya doğrudan bilim ile ilgilenmiştir. İlk Çağlardan Platon geometri ile ilgilenmiş, Aristoteles ise fizik, matematik, geometri ile ilgilenmiş olup mantık bilimini kurmuştur. Orta Çağ ve İslam dönemlerine baktığımızda ise göze ilk çarpan İbn-i Sina tıp ve astronomi ile epey ilgilenmiştir. 17.yüzyıla gelindiğinde Descartes, optikte yansımanın temel kurallarını ve kanunlarını bulmuş, analitik geometrinin kurulmasını sağlamıştır. John Locke ise felsefe ve siyasetle ilgilenmenin yanında tıp alanında uzmanlaşmıştır. Gene 17. yüzyıl filozoflarından Leibniz türev ve integral ile ilgilenmiş olup daha 29 yaşında iken ‘Fundamental Theorem of Calculus‘ teoremini geliştirmiştir. (Matematik Hesaplarındaki Sonsuzluk Teoremi). Bu liste uzayıp bugünlere kadar devam eder. Anlatmak istediğim bu iki uğraşın aralarında güzel bir dostluk kurduğudur. Tabii zaman zaman belli görüşler açısından birbirleri ile fazlaca çatışmışlardır. Örneğin tanrının varlığını kanıtlama süreçlerinde bilim net olarak ‘hiçbir şey yoktan var olamaz’ ilkesiyle hareket edip teoloji ile sıkı bir çatışma içerisine girmiştir. Veyahut Orta Çağ dönemlerine baktığımızda özellikle kilise, bilimsel çalışmaları neredeyse durdurmuş olup sadece kilise ve tanrı öğretisini yaymaya çalışmıştır.

 Felsefe, konular bakımından sadece bilim ile değil din ve sanat ile de karıştırılıyor olabilir. Uğraş edindikleri konular bakımından aralarında hep bir benzerlik kurulmuştur. Buradaki ayrım ise felsefenin neyi amaçladığı ve neyin peşinde olduğudur (düşünceler ve gerekçeler-1,19). Felsefenin ana hedefi ve odağı doğruya olan arzudur. Felsefe doğruya ulaşmak ister, bu yolda da yukarıda bahsettiğim gibi mantığı kullanır.

 Her iki uğraşın da çıkarım yapma yollarını ortaya koyduğumuza göre aralarındaki temel ve yegane fark ortaya çıkmış oluyor. Her ikisi de benzer konularla uğraşsa bile çıkarım yapma yolundaki işlevleri farklıdır. Bilim, kuramlarını inşa ederken onun anlamına felsefi bir anlam katmış olabilir veyahut çıkarım yaparken uslamlamaya başvurmuş olabilir. Aynı şekilde felsefe, problem edindiği konuları çözerken gözlem ve deneyi kullanmış ve sonuca ulaşmış olabilir. Bunları yaptı diye felsefe bilim olmaz bilim de felsefe olmaz. Felsefe tarihine baktığımızda birçok filozof bilim ile uğraşmıştır-yukarıda oldukça fazla örneklendirme yaptım-. Bu felsefenin bilime olan üstünlüğünü tabii göstermez fakat filozoflar bu etkinliği icra ederken bilim ile uğraşmalarındaki etkiyi felsefelerinde görüyor olabiliriz. Örneğin Descartes tüm bildiklerini unutup her şeyi deney ve gözlem süzgecinden geçirip neyi bilebilirim ve neyi bilemeyebilirim’in cevaplarını aramıştır. Matematikte olan tümevarım metodunu felsefeye uygulamaya çalışmış nitekim başarılı da olmuştur. Yazdığı ‘Meditasyonlar’ kitabında bunu iyice irdelemiş ve son olarak tanrıya ulaşmıştır. Kısaca felsefesini oluştururken hem bilimden yararlanmış hem de çıkarımı sonucunda dinsel bir olguya ulaşmıştır. 

 Kanımca felsefe elbet tek başına var olabilen bir etkinlik fakat bilim, sanat ve din gibi konularla paralel bir şekilde çalışması ve yardımlaşması felsefeyi daha da anlamlı kılıyor çünkü insan tarih boyunca  anlam aramaya ve anlam bulmaya çalıştı. Bu düşünsel etkinliğin en büyük avantajı ise sadece bizlere felsefe ile yoğrulmuş bir anlam bırakmıyor oluşu. Tüm etkinliklerle iş birliği içinde bizlere mantıksal çıkarımlarda bulunması insan hayatını bir nebze de olsa anlamlı ve güzel kılıyor.

Hayatınızın anlamını ve güzelliğini bulmanız dileğiyle, felsefe ile kalın.

Kaynakça;

-Arda Denkel,düşünceler ve gerekçeler-1,göçebe yayınları,1997

-Descartes,meditasyonlar,idea yayınevi,2011

Bir Cevap Yazın