Bir Vedanın Anatomisi: Babamın Yeri
Bu kitabı okumaya başladığımda bu kadar etkilenebileceğimi hiç tahmin etmezdim! Duygusal bir dönemden geçerken her kelimesini hafızama işlediğim bu kitabın etkisinden çıkmak dahi istemiyorum. 2022 Nobel Edebiyat ödülü alan Annie Ernaux’yu daha önce okumamış olmanın utancı fakat bu kadar derin iz bırakan bir yazarı bulmanın haklı gururunu yaşıyorum. O zaman gelin okuduğum ilk Annie Ernaux romanını inceleyelim.

Can Yayınları tarafından çıkartılan Annie Ernaux’nun Babamın Yeri kitabı hem 71 sayfalık çıtır çerez bir kitap. Çevirisini ve Türkçeye adaptasyonunu çok başarılı bulduğum bu kitap, Ernaux’un babasını anlatıyor. Fakat öyle babam şöyleydi, babam bunu yapardı şeklinde değil. Her cümlesinin altı çizilip üzerine saatlerce düşünülecek şekilde. Öncelikle şunu söylemem gerekiyor ki kitap her ne kadar kısa gibi dursa da bir ömrü içinde saklıyor. Bu nedenle sindire sindire okumak daha anlamlı geldi.
Kitabın arka kapağındaki tanıtımda şöyle yazıyor
“Ernaux’nun babası, kızı öğretmenlik sınavlarını verdikten iki ay sonra ölür. Yazar bu ölümün ardından, yetersiz eğitim görmüş, çocukluğundan beri değeri ancak kas gücüyle ölçülmüş babasının işçilikten küçük esnaflığa geçişini, onun toplumsal konumunu ve kendisiyle ilişkisini eşeler. Satırlara dökülenlerse dramatik hatıralar değil, bir portre üzerinden anlatılan bir “sınıf” hikayesidir.”
HOŞCA KAL!
Kitap bir cenazeyle başlıyor. Ernaux’nun babasının cenazesiyle…
İlk cümlelerde genellikle çarpıcılık ararım. İlk paragrafta böyle bir çarpıcılık bulamayınca yüzüm düşmüştü ama ikinci paragraf yüzüme tokat gibi çarptı. Şöyle diyor; “Babam tam tamına iki ay sonra öldü.” Bir ölümü yazmak oldukça zordur. Kimi yazar için bir vedalaşma, ‘hoşça kal’ deme şeklidir. Bu kitapta da tam olarak onu hissettim çünkü yazar, yazmak istediği çok şey olduğunu ama babası artık hayatta olmadığı için yazmanın anlamsız olacağını şu cümlelerle belirtiyor; “Son sayfaları geciktirmeyi isterdim, orayı burayı düzeltmek, birkaç olgu eklemek ya da hatta mutluluk neredeydi diye sormak bile mümkün değil artık”
Sahi veda etmek hep neden zordur? İlla ölüm gibi kesin bir son olmasına gerek yok. Veda bence kelimeler arasında en ağır olanı çünkü o kadar çok hüzün taşıyor ki hüznün ağırlığını harflere işlemiş gibi.
Çok sevdiğiniz birinin yüzünü bir daha göremeyecek olmak çok ağır geliyor Ernaux’ya da oldukça ağır gelmiş olacak ki babasının ardından şu sözleri söylüyor “Sabit, faltaşı gibi açılmış gözleriyle ölümden bir saat sonraki adamın yüzü şimdiden yok olmuştu. O yüzü bile bir daha asla göremeyecektim”
Bu kitap için bir veda diyorum çünkü Ernaux’nun babasının hayatını anlatmak dışında yaptığı bir şey daha var. Ona hoşca kal demek. Kitabın lezzetini bozmak istemiyorum ama kitabın sonunda Ernaux’nun bir öğrencisi ile karşılaşmasına tanık oluyoruz. Şöyle diyor; “Ama ben onun niçin teknik okula yönlendirildiğini, hangi branşta olduğunu unutmuştum. Ona “Hoşça kal” dedim.” Kitap böyle son buluyor. Bence buradaki hoşça kal öğrencisi için değil. O bitirmek istemediği sayfaları bitiren yazarın babasına kelimelerle gizli bir vedası.

Babamın Yeri’ndeki Sınıf Hikayesi
Ernaux’nun en etkileyici kitapları arasında yer alan Babamın Yeri, sadece babasının öyküsünü anlatmamaktadır. Aynı zamanda savaş dönemindeki insanların toplumsal ve psikolojik durumlarının da çarpıcı bir yansımasıdır. Ernaux kitabında ailesinin üç kuşak yani dedesi, babası ve kendisinin “uzaklaşmasını” anlatmaktadır. Aile motifini savaş gibi toplumsal olaylarla harmanlayarak bize sunan Ernaux öncelikle büyükbabasının hikayesini anlatır. Eğitimsiz bir adam olan büyükbaba sert bir adam olarak tasvir edilmiştir. “Sert bir adamdır, kimse onunla dalaşmaya cesaret edemezdi. Karısı pek gün yüzü görmemişti. Bu kabalık onun içi yaşam kaynağı, sefalete direnme gücü ve erekek olduğuna inanmanın bir yoluydu” Toprağı olmadığı için kendini toprağı olanlara “kiralayan” büyük baba çiftçi, işçi kategorisindedir. Büyükbaba, babasının oğludur. O da babası gibi çifliktelerde çalışır. Fakat Ernaux’un babası I. Dünya Savaşı’nın ardından kendini kiralamayı redderek askeri üniforma ile herkesin eşit olduğunun farkına varır. Yoksul bir köylü olan baba fabrikada işçi olarak başladığı hayatında bir mücadele içine girerek kendi özgürlüğünü aramaktadır ve sonunda fabrikada tanıştığı eşiyle birlikte bakkal-kafe açarlar. Fabrikayı bırakmak o dönem için lüks sayılacak yani sınıf atlanmasını sağlayacak bir olaydır. Başta tatlı gelen bu durum ilerleyen süreçte hiç de tatlı gitmez.
Ernaux, aynı zamansa kendi yolculuğunu da anlatmaktadır. Köylü bir dedenin, köyden kendini çıkartmış bir babanın üniversiteli kızı olma yolculuğu…
Ernaux’nun bu romanı biraz kendimizi biraz ailemizi biraz da tanıdıklarımızı barındırıyor. Kendimize yabancılaşmayı, konfor alanımızdan çıkmayı ya da belki de sınıf mücadelemizi anlatıyor. Bu kitaptaki bir cümlede kendinizi görebilirsiniz. Çünkü içinize ayna tutarak yazılmış bu roman içinde birçok anlamı barındırıyor.
Annie Ernaux Kimdir?
Ernaux 1 Eylül 1940’ta, Fransa’nın Lillebonne kasabasında doğdu; çocukluğunun büyük bir kısmını Yvetot, Normandiya’da geçirdi. Üniversite eğitimin ardından öğretmenlik sınavlarına girerek kazandı ve öğretmen olarak görev yapmaya başladı. Kişisel deneyimle toplumsal tarihi birleştiren unsurları daha ilk romanı Armoires vides’le (Boş Dolaplar) ortaya koydu. Evlilik, hastalık, yaşlılık ve ölüm gibi meseleleri kendi deneyimleri üzerinden aktarırken, arka planda daima toplumsal yaşam ve onu oluşturan kültürel, siyasi, tarihi olaylara yer veren eserlere imza attı. Başta Renaudot Ödülü olmak üzere birçok ödüle değer görüldü. 2022 yılında ise 83 yaşında Nobel Edebiyat ödülünü kazandı.
Annie Ernaux Nobel Ödülünü Neden Kazandı?
Nobel Edebiyat komitesi tarafından yapılan açıklamada, “Ernaux’ya Nobel Edebiyat Ödülü, kişisel hafızanın kökleri, kolektif baskılanması ve yabancılaşması konusunda gösterdiği cesaret ve klinik duyarlılık konusundaki çalışmaları sebebiyle layık görüldü” denildi.
Diğer kitap incelemeleri için: Loveinartsz/ Kitap