Psikoloji

ÇÖZÜLEMEYEN ZOR PROBLEM: BİLİNÇ

Bu yazı Saffet Murat Tura’nın “Zor Problem: Bilinç” kitabının yorumlanmasını içermektedir.

“Herkes ölür, ama herkes ölümün ne olduğu hakkında aynı fikirde değildir.”
THOMAS NAGEL

İşitsel bir deneyimi düşünmenizi istiyorum. Arabanın içinde arkadaşınızla aynı şarkıyı dinlediğinizi hayal edelim. Şarkının ritmi, melodisi, sözleri aynı. İkinizde kulaklarınızla aynı duygusal girdiyi fizyolojik olarak yaşamanıza rağmen şarkıdan aynı deneyimi alamayacaksınız. İşin fizyolojik kısmı elbette ortak. Şarkı açıldı, kulak kepçesi sesleri toplamaya başladı, kulak kanalı yoluyla ses kulak zarına ulaşınca kulak zarı titreşip orta kulakta bulunan kemikçikleri hareket ettirdi, üzengi ile titreşimler salyangoza (koklea) ulaştı. Kokleanın içindeki sıvı titreşip, tüysü hücrelerin hareketlenmesiyle işitme siniriyle beyine ses elektriksel sinyal olarak ulaştı ve beynin ilgili bölümünde anlamlandırma gerçekleşerek işitme son buldu.

İşin diğer tarafında ise aynı olmayan subjektif yaşantı mevcut. Biriniz şarkıyı çok sevmiş, diğeri sevmemiş olabilir. Biriniz şarkıyı dinlerken ölen babaannesini düşünmüş, biriniz eski sevgilisini düşünmüş bile olabilir. Peki nasıl oluyor da nöral aktivelerimiz aynı olmasına rağmen subjektif yaşantımız farklı oluyor? İşte bu, bilincin zor problemi.

Bu soruyu ilk olarak Avustralyalı filozof David Chalmers sordu: “Nasıl bilincim var?” Saffet Murat Tura ise 1980 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun olup, İstanbul Tıp Fakültesi’nde psikiyatri uzmanlığını tamamladıktan sonra Chalmers’in sorusuna ve zor probleme çalışmaya başladı. “Nesnel inceleme yöntemlerine dayanan bilim öznel bilinç sorununu asla çözemeyecek mi? Belki. Ama konunun çok çekici olduğu da açık” diyor Zor Problem: Bilinç kitabında. Konunun Tura’ya çekici geldiği açık peki gerçekten de öyle mi?

Bilincin zor problemi kısaca: tüm duyularımızın, nöral aktivilerimizin, beynimizin işleyişinin aynı olmasına rağmen subjektif olarak aynı yaşantıyı yaşamıyor oluşumuz. Evrende bir ikililik mi var? Beynim ve bilincim neden farklı? Neden sadece işin nörolojik kısmıyla ilgileniyoruz? Görmezden gelinen fenomenal deneyimlerin önemi neden açıklanmıyor?

İşin nöral aktivite kısmı gayet basit ve bilim bu konuda sandığımızdan daha fazlasına hakim. Beynimizin, duyularımızın nasıl çalıştığına dair hiç kimsenin aklında “ya böyle değilse?” gibi bir şüphe yok. Düz dünyacı, aşı karşıtı ya da bilim düşmanı değilsek.

Fakat işin içine fenomenal deneyimimiz girince işlerin neden “zor problem” olduğunu anlıyoruz. Fenomenal dediğimiz şey deneyimlenmiş öznel psikolojik gerçekliktir. Diş ağrım, yeşilin tonu, benlik duygusu, anksiyete, mutluluk duygusu, dondurmanın tadı bunlar fenomenal deneyimlerdir. Kimse bir başkasına “dişim ağrıyor mu?” diye sormaz, öznel bir psikolojik gerçeklik söz konusudur.

Peki başkası benim dişimin ağrısını hissetseydi bu ağrı onun olur muydu? Ya da ben başkasının fenomenal dünyasıyla baksam hayata gene ben olur muyum? Arabada aynı şarkıyı dinlediğimiz arkadaşımızla aynı öznel yaşantıyı hissedebilir miyim? İşte burada Tura’nın kitabında da bahsettiği ve yazımızın başında alıntısına yer verdiğimiz Thomas Nagel devreye giriyor. Alıntıda da olduğu gibi hepimiz aynı ölme deneyimini yaşıyoruz, nöral aktivilerimizin aynı olması gibi. Fakat ölümün ne olduğu konusunda aynı fikirde değiliz. Neden?

“Yarasa Olmak Nasıl Bir Şeydir?” (1974) adlı makalesinde de Nagel’in bahsettiği şey tam olarak bu: “Hayal gücü son derece esnektir. Ne var ki anlatmak istediğim şey bir yarasa olmanın nasıl bir şey olduğunu bilemeyeceğimiz değildir. Bir yarasa olmanın nasıl bir şey olduğu hakkında fikir oluşturmak için bile bir kişinin yarasanın bakış açısını kullanması gerektiğidir. Eğer kişi kabaca bu bakış açısını kullanabilecekse, kişini fikri kaba taslak ve kısmi olacaktır” (Tümkaya, 2017). Bu satırlar aslında açıklamaya mahal vermeyecek kadar açık. Biz, yarasanın bakış açısını yani doğrudan yarasa gibi olsak bile gene de kısmi bir şekilde yarasa olmanın nasıl olacağını bileceğimizden bahsediyor. Çünkü fenomenal düzeyde asla yarasa olma deneyimine erişemeyeceğiz.

Kafamız asla karışmasın. Alıntıya dönersek eğer, ölümün ne olduğuyla alakalı, aynı ölüm deneyimini yaşayacak olmamıza rağmen fikrimiz aynı olamaz. Yarasa olmanın nasıl olduğuna dair bakış açımızın aynı olmayacağı gibi. Nagel bilincin bu zor probleminin bilimsel yollarla çözülemeyeceğinden bahsediyor. Ona göre “bilinç hiçbir zaman bilimler tarafından açıklanamaz.” Öyleyse ontolojik ya da epistemolojik bir bakış açısı zor problemi çözebilir.

Toparlarsak. Aynı ölüm deneyimini yaşayacak olmamıza rağmen ölüm hakkındaki fikrimiz aynı değil. Aynı şarkıyı dinliyor olmamıza, hatta aynı manzaraya bakıyor olmamıza rağmen de aynı fenomenal deneyimi yaşamıyoruz. Nagel bunun epistemolojik bir bakışla çözüleceğini söylüyor. Tura ise zor problemin tezini kitabında açıklamış. Doğada temel bir ikiliğin bulunmadığını anlatıyor. Beynimiz ve bilincimiz ortak bir çalışma içerisinde.

Fakat bilincin zor probleminin çözümünü kitabında okumakta fayda var. Umarım akıllarda bir soru işareti, kitabı okumaya şevk, bilince dair bir eleştiri getirebilmişimdir.

“Eğer evren sistematik bir bütünse insan beyni, içinden neşet ettiğimiz doğanın en temel özelliğini bizzat kendimizde gözlememize imkan verir.”

Tura (2017)

Bir Cevap Yazın