Edebiyat, Kitap, Tarih

Cumhuriyetçi İmparator: Claudius

Robert Graves’in  Roma İmparatoru Claudius’la ilgili yazdığı kitapları bitirdiğim zaman aklımda tek soru kalmıştı. Neden Claudius?

Graves ‘’Ben, Claudius’’ ve ‘’Tanrı Claudius’’ kitaplarında Augustus, Tiberius ve Caligula dönemlerini Claudius tarafından yazılmış gibi anlatıyor. Yani kitap Graves’in yarattığı bir Claudius dünyası ve bunu tarihsel gerçeklere sadık kalarak yatıyor. Bunun, çok da rastlanan bir tür olmamasının yanı sıra Graves size olağanüstü bir mizah keyfi yaşatıyor. Gerçekten de her satır arasında durup düşünüyorsunuz ve ardından bir kahkaha… Ben hep gülümseyerek okudum diyebilirim.

Başlayalım.

‘’TAM BİR GERİ ZEKALI OLARAK TANINIYORUM VE NE KADAR ÇOK OKURSAM, O KADAR GERİZEKALI OLDUĞUMU DÜŞÜNÜYORLAR’’

Bu alıntıdaki kahredici kabulleniş, Claudius’un hayatının özeti. Gerçekten de doğduğundan itibaren ona hiçbir şekilde şans tanınmadı. Doğuştan topal, kekeme ve sürekli hastalanan, Julio Claudian hanedanının üyesi bu zavallı çocuk için kullanılan lakaplar genelde şu şekilde: ‘’Salak Claudius, Şu Bizim Claudius, Kekeme Claudius, Clau-Clau- Claudius, Zavallı Claudius Amca…’’

İmparator olan dedesi Augustus ve hayatında çok büyük izleri olan büyükannesi Livia, bu gerçeği erkenden fark ederek kendisini hemen kamunun gözü önünden alıp yalnızlaştırdı. Büyük rezillikler çıkmasın diye eğlencelerde ve toplantılarda genelde susması için önlemler alındı. Ve zamanla sustu… Dizleri zayıf, elleri çoğu zaman titreyen bu çocuk için yapılacak tek şey iyi bir eğitim alması olabilirdi. Claudius, Athenodous ve Sulcipius gibi eğitmenlerden birçok konuda eğitim aldı ve tarihe olağanüstü merak sardı. Bu merakı bir meyve de verdi. Ciltler dolusu tarih kitabı yazdı. Yazdıkları ‘’biraz fazla doğrucu’’ bulununca büyükannesi Livia, bu sevdasından vazgeçsin diye Roma’nın en sıkıcı hocalarıyla çalışmasına ‘’izin verdi’’. Claudius ise tabii ki okumak ve yazmaktan vazgeçmeyecekti.

Augustus

Annesi ,dedesi, büyükannesi , yeğenleri, en küçük yeğenleri  ve çocuklar dahil olmak üzere hemen hemen herkes tarafından aşağılandı. Çünkü gerçekten o günkü Roma hanedanı üyesi standartlarında bir hükümdar adayı olmak bir yana, en düşük rütbede bir kamu görevi alması bile uygun görülmüyordu. Sürekli hastalanan ve fiziken hiçbir cazibesi olmayan Claudius günün eğlence ve şaka konusu olmaya adaydı sadece.

Fakat birkaç hocası ve yakını ondaki ışığı fark etti. Yaşlı ve bilge Pollio ölmeden üç gün önce kendisine şu tavsiyeleri verdi:

‘’Şimdi beni iyi dinle! Uzun, faal ve onurlu bir hayat yaşamak istiyor musun? Öyleyse iyice topalla, bilinçli olarak kekele, sık sık hastalanır gibi yap, geri zekalı gibi görün, toplum içinde ve özel görüşmelerinde durmadan kafa salla ve ellerin seğiriyormuş gibi yap. Benim gördüklerimi görebilsen, bunun sağ kalmanın ve sonunda şan kazanmanın tek yolu olduğunu anlardın.’’

Claudius’un türlü cehennemlerden geçip hayatta kalmasının tek yolu buydu. Tedaviler sonuç verip hastalıklarını aşabilse de o yine hasta gibi görünmeye devam etti.  Bilerek her ortamda küçük düşmeye çalıştı ve yeri gelince yalakalık yapıp susmayı bildi. O bunları yaparken içinde bir tohum filizleniyordu: cumhuriyet. Tek bir silahı vardı: erdem. Tek bir dostu vardı: kendisi.

‘’HALKIN AKLI MİDESİNDEYDİ’’

Tiberius döneminde bir kenarda kaldı. Okumaya ve yazmaya devam etti. Bu esnada hanedan içinde suikastler ve zehirlenmeler ardı ardına geliyordu. İmparatorluğu sıkıştıran barbar akınları,bitmeyen savaşlar ve saray içi entrikalar… Clauidus gerçek anlamda bir gerizekalı olarak kabul edildiği için bunlardan etkilenmedi. Sayabildiğim kadarıyla beş kere evlenen Claudius, eşlerinin hiçbiri tarafından sevilmedi(evlenmek zorundaydı çünkü ne de olsa bir hanedan erkeğiydi) ve bir köşecikte kendisine dokunulmadan yaşadı.

Ta ki Caligula gelene kadar. Caligula, Claudius’u en yakın yardımcısı olarak kabul edince kahramanımız yeniden sahneye çıktı.  Ölümün hemen yanında durmak, sağlıklı bir bünyeyi bile delirtebilir. Claudius’un seçilmesinin bir nedeni, hem saygın bir hanedana üye olması hem de zararsız bir aptal olarak kabul edilmesiydi. Bir de Caligula’nın elinin altında her zaman bulunacak bir eğlence malzemesi olması tabii. Diktatörün dibindeki erdemli cumhuriyetçi Claudius, halkın ne isteyip ne istemediğini yeğenine bakarak öğreniyordu. Saray içinde sonu gelmeyen cinayetler halkın umurunda değildi çünkü ‘’halkın aklı midesindeydi’’.

Sonunda bütün diktatörlerin başına gelen Caligula’nın da başına geldi. Caligula kelimenin gerçek anlamında bir tirandı ve o sahneler kitapta çok canlı bir şekilde anlatılıyor. Sonunda saray içinde bir darbe sonucu can verdi. Canını zor kurtaran Claudius’u titreyerek saklandığı bir köşede tesadüfen bulan bir asker sonucu zorla tahta çıkarıldı. Kanlı yıllar içinde hayatta kalmış birkaç hanedan üyesinden biriydi çünkü…

İMPARATOR OLMAK İSTEMEYEN BİR İMPARATOR

‘’Dinle beni Claudius, neler hissettiğini biliyorum. Aslında imparator olmak istemediğini biliyorum. Askerlerin elinden kurtulur kurtulmaz iktidarı Senato’ya devretmek gibi çılgın fikirler var kafanda. Delilik olur bu, iç savaşa ışık yakmak olur. Senato bir koyun sürüsü, ama içlerinde üç dört kurt var ki, sen iktidarı bıraktığın an onu kapmak için birbirlerini yiyecekler. Onlar komploya[Caligula’nın öldürülmesi] dahildi; bu yüzden, idam edilmemek için her çılgınlığı yapabilirler.’’

İşte Claudius’un büyük  çaresizliği… En yakın arkadaşlarından Yahudi Kralı Herodes’in her mektubunda yalvarırcasına tekrar ettiği o öğüt…  Claudius her defasında Senato’nun onurunu kurtarmak için diktatör sıfatıyla reformlar yapmaya çalıştıkça kendisine yaltaklananları ve insanların güç karşısında ne kadar yozlaştığını gördü. Ayağa kaldırmaya çalıştığı Senato rüşvet, komplo,hırs ve hizipler tarafından çoktan öldürülmüştü aslında. Senato tiranlar yüzünden değil de senatörlerin çıkar ve hırsları elinde can vermişti belki de… Yargı reformu uğruna, yıllar süren diktatörlüğün insanların ruhlarında yarattığı tahribatı düzeltme uğruna yıllarını harcadı ama başarılı olamadı:

‘’Ne gülünesi bir durum: Tek hakiki monarşi karşıtı olan ben, hükümdar gibi davranmak zorundaydım!’’

Bütün hayatı boyunca aşağılanan İmparator, yine de yaptığı reformlarla halkın sevgisini kazandı. 53 yaşında ilk defa savaş alanına çıkan bir komutan olarak fetihler yaptı(tarih bilgisi ve araştırma merakı yüzünden).Gerçekten zeki ve erdemli bir insan olduğunu ispatladı. Ama bu, çoktan çürümüş Roma aristokrasisi için bir anlam ifade etmiyordu. Zira Claudius’un da dediği gibi Roma çoktan ölmüştü. Roma’nın çürüyen vücuduna can verebilmek için giriştiği mücadeleler içinde kendisinin hiç farkında olmadığı bir engel vardı. Öyle ki çevresindeki hiç kimse ona bu gerçeği söyleme cesareti gösterememişti. Messalina’ydı bu. Dördüncü eşi…

BAHTSIZ BİR AŞIK

‘’Messalina biraz ayılmıştı şimdi; uzaktan tatlılıkla bana seslendi:’Merhaba Claudius! Öyle bir şapşallık ettim ki, söylesem inanmazsın!’’

Messalina, eşi Claudius’u evlilik hayatları boyunca ve tespit edilebildiği kadarıyla toplam 156 adamla aldattıktan sonra, son zevk şöleninde bir kadınla girdiği ‘’hangimiz daha çok erkekle beraber olabiliriz’’ bahsinin sonunda içkiyi çok kaçırıp saraya taşındığının ertesi günü böyle söylüyordu.

Claudius Messalina’yı eş olarak seçtikten sonra kendisiyle birlikte imparatorluğu düzelttiğini sanırken eşi sayısız senatör, asker ve politikacıyı( ya da ilgisini çeken herhangi bir erkek)  yatağında karşılayıp rüşvet almaya ve para karşılığı makam satmaya devam ediyordu. Tabii tüm bunlar Claudius’u tahtından indirip yerini başkasının aldığı komplo planları eşliğinde yapılıyordu. Messalina Claudius’a senelerce sadık bir eş olduğunu kabul ettirirken, Claudius’a çevresi hiçbir şey söyleyemiyordu. Çünkü hem kendisine sınırsızca aşıktı(aynı anlama gelmek üzere kördü); hem de yılların diktatorya düzeni görevlilerin dürüst konuşmasını engelliyordu.

Claudius, kendisine sadık birkaç dostunun utana sıkıla söylediği bu gerçeği(bu gerçeği tüm Roma kenti, Cermen kabile şefleri, Orta Doğu coğrafyası ve Britanya biliyordu tabii) öğrendiğinde hemen öncelikle yargılanmasının adil bir şekilde olması için çaba harcadı(Messalina zina ile birlikte komplo kurmaktan da suçlanıyordu). Tüm bunlar olup bittikten sonra askerlerine ‘’Bir daha evlenme kararı alırsam beni öldürün’’ dedi. Uzun bir süre kendine gelemedi ama bu acı sayesinde bir şeyi anlamıştı: Kaderinde yazılı olan tek şey yalnızlıktı. Ve bu olaydan onu daha olgun ve realist bir adam olarak görürüz. Neredeyse tanrısal bir yalnızlık ve olgunluk içindeydi. Sonra zaten Tanrı da ilan edildi.

ŞAİRİN HAYATI ŞİİRE DAHİL

Claudius, o zamanki tarihçilerin oy birliğiyle söylediğine göre zehirlendi. Ölmeden önce zaten öldürüleceğini bildiği için kendisinden sonra bir tiran gelmesin diye  çok uğraştı fakat buna engel olamadı. Meşhur Neron, kendisinden sonra imparator oldu…

Graves neden Claudius’u yazma ihtiyacı hissetti? Acıma yüzünden mi yoksa entelektüel bir merakIN sonucu mu? Bence ikisi de biraz etkili olmakla birlikte tam yanıtlar bunlar değil. Şairin hayatı şiire dahildir derler. Graves ilk kitap olan Ben, Claudius’u 1934 yılında yayınladı. Bu tarih cumhuriyetin ve demokrasinin öldüğü, faşizmin tırmanışa geçtiği yıllar. Demokrasi ve sorgulama kültürünün, hem de en gelişkin sayılan devletlerde al aşağı edilmesi aydınlarda bir şok etkisi yaratmıştı. Graves bence cumhuriyeti Claudius’la özdeşleştirerek, o gün Claudius’a nasıl bakılıyorsa 1930’larda da demokrasi ve cumhuriyete aynı gözle bakıldığını anlatmaya çalılıyordu. Ve tabii Caligulalar sadece isim değiştiriyordu. Adı bazen Mussolini bazen Hitler olan Caligulalar…

Aradan iki bin yıl geçmesine rağmen siyaset biliminin gelip tıkandığı nokta budur: Bir yanda diktatorya/faşizm ve tüm çürümüşlüğü; öte yanda senato, demagoji ve ucuz popülizm. Peki o zaman çözüm Platon’un önerdiği erdemli kral mı? Bunun gerçek olmadığına inanmak istiyorum. Ama okuduğum bir kitapta kalan o olayları unutamıyorum. Bu döngüyü bin yedi yüz küsur yıl sonra ilk defa Jakobenler kırmaya çalışmıştı ve Robespierre hınca hınç dolu meclislerde ‘’Komplo! Yurttaşlar bir komployla karşı karşıyayız!’’ diye diye kendini paralamıştı. Ne acı…

Bir Cevap Yazın