Halkların Köprüsü Derneği ile: Eşitlik üzerine
Halkların Köprüsü Derneği, İzmir’de 2014 yılından bu yana halklar arasında eşitlik, adalet ve özgürlük temelinde kamusal bir dostluk ve dayanışma oluşturmak üzere kurulmuş olan bir sosyal yardımlaşma derneği.
Halkların birbiriyle dayanışmasına aracılık etmek üzere İzmir’de 2014 yılında kurulan Halkların Köprüsü Derneği, kar amacı gütmeden gönüllülerin küçük bağışları ve üyelerin aidatları ile yardım işlemlerini gerçekleştiriyor. Derneğin içerisinde, diyetisyen, psikolog; sağlık çalışanlarından oluşan büyük bir sağlık grubu, saha taramaları için saha/sokak grubu, Arapça, Kürtçe ve Farsça bilen kişilerden oluşan tercüman grubu ve kültür-sanat grubu bulunuyor. Çalışmalarını herkese açık olarak yürüten derneğin toplantılarına katılabilmek içinde üye olmak gerekmiyor. Üye olsun ya da olmasın herkesin alınacak karalarda söz ve oy hakkı eşit.

Derneğin en önemli amacı; dostluk ve dayanışma ağlarını oluşturmak
Derneğin başkan yardımcısı olan Yıldırım ŞAHİN(67), bu dernekte yer alma amacını şu şekilde açıklıyor, ”Türkiye toplumunu oluşturan halkların, birbirlerine ilişkin korku, nefret, düşmanlık vb. olumsuz duygu duvarlarını yıkmak, bunun yerine gerçek ve kalıcı bir barış için gereken saygı, dostluk ve dayanışma ağlarını oluşturmak, derneğimizin kuruluş amacı. Bende bu amaçlar doğrultusunda insanlara yardımcı olarak bir dayanışma sağlamaya çalışıyorum, bu yüzden dernekteyim, yani başka türlü yaşamayı bilmediğim için bir sorun olduğu zaman o soruna müdahil olmak gibi bir yaşam tarzım var.”
Derneği bir sivil toplum örgütünden çok bir dayanışma grubu olarak tanımlayan Yıldırım ŞAHİN, “Dayanışma hak temelli mücadeleye kabildir. Dayanışmak, sağlık hizmeti vermekten, gıda ve giysi dağıtmaktan ibaret değildir, dayanışmak mültecileri de içine almak, onlarla birlikte hareket etmektir. Mültecileri çaresiz mağdurlar olarak görmemek, onların sesini ve siyasetini desteklemektir. Onların öncülük ettiği hak arama eylemliliğine katılmak demektir. Mültecilerin kendi adına konuşmalarına imkan sağlamaya çalışmaktır. Devletlerin dikey siyasetine angaje olmamaktır. Yaptıklarının siyasi sonuçlarını sorgulamaktır. Biz, dayanışmayı insanlığın en eski ve en değerli kurumu olarak görüp, ‘’ezilenlerin nezaketi’’ olarak benimsiyoruz.” diyerek anlattı.
Projecilik gönüllülüğü engellemekte
Projeciliğin gönüllük ruhunu engellendiğini belirterek, gönül yoluyla kurulan ilişkilerin ve üretilen hizmetin belli bir meta değeri taşımaması gerektiğini vurgulayan Şahin, “BM ya da AB için projeler hazırlamıyoruz. Projeciliğin yarı profesyonelliğe yol açtığını; amatör ruhu ve gönüllülüğü engellediğini düşünüyoruz. Gönüllülük bizi pazar ilişkilerinden, ürettiğimiz hizmetin pazar nesnesi olmasından, alınır satılır olmasından koruyor.” şeklinde açıkladı.
Türkiye’nin büyük bir mülteci göçü ile karşılaşması ve İzmir’in kitlesel bir göç merkezi haline gelmesi nedeniyle mültecilerle ilgili çalışmalara ağırlık verildiğini de belirten Şahin, “Herhangi bir çıkar beklemeden gönüllülükle esasıyla ortaya koyduğumuz bu kolektif emek ile, toplumdaki nefretin, korkunun ve yalnızlaşmanın üstesinden gelmeyi, çatışma gütmeyen, ötekine karşı konumlanmayan dostça bir siyaseti, dostça bir yaşamı; kamusal dostluğu yeşertmeye çalışıyoruz.” dedi.
Mülteci mi, göçmen mi, misafir mi, sığınmacı mı ?
Mülteciliği kavramsal olarak açıklayan Şahin ”Mülteci tanımında yaşadığı ülkede herhangi bir nedenle gelecek göremeyen ve hayatı tehlike içerisinde olan insanın başka bir ülkeye gitmesi durumunda mülteci olunur ve siz ona mülteci olma nedeniyle bir takım haklar verirsiniz, yani bir ülkenin sınırlarının koruması altına girdiğiniz anda resmen siz mültecisiniz, gerisi artık sizin ne dediğinize ve kararınıza kalıyor; mülteci midir, göçmen midir, yasadışı göçmen midir, bu kavramların hepsi, sizin o insanlara nasıl davranacağınızı tanımlayan bir şey, onların mülteci olma durumunu değiştiren bir şey değildir.” dedi.
Farklılıkları birer zenginlik olarak kabul etmemiz gerekiyor
Yeryüzündeki her insanın kardeş olduğunu belirten Yıldırım Şahin, “Dünya ortaya çıkalı 3.7 milyar yıl olmuş, insanın ortaya çıkışı ise 190 ila 300 bin yıl arasında bu sınır dediğimiz ulus devlet kavramının ortaya çıkması ise 200 yıl, yani modern insan 300 bin yıl önce ortaya çıkmış, sınır ulus dediğimiz şey 200 yıl, yani yeryüzü hepimizin, hepimiz yeryüzünün bir vatandaşıyız.

Eski çağlarda kentlerin sadece girişlerinde güvenlik vardı. Osmanlıda da mesela tebaa vardı. Türk veya Arap gibi bir ayrılık yoktu. Osmanlı’nın halklarıydık ve milletleriydik bir arada herhangi bir ayrım olmadan yaşıyorduk. Onun için, önemli olan insan olduğunu kabul edip bütün insanların kardeş olduğunu hatırlamak önemli, yaradılışa bile bakarsanız Adem ile Havva‘dan geldiysek hepimiz zaten kardeş oluyoruz. Son dönemde yapılan araştırmalarda, dünyadaki bütün insanların Afrika da bir vadideki üç kadından geldiğini gösteriyor, yani aslında soyu takip ettiren kadının geni olduğunu belirtiliyor ve bütün dünyadaki ortak genin üç tane kadından geldiğini söylüyorlar, burada da erkek egemen kültüre bir darbe oluyor aslında, yani hangi açıdan bakarsanız bakın yine kardeşiz, o yüzden buna uygun bir kültürde yaşamamız gerekiyor, ırkçılığı ayrımcılığı bir kenara bırakıp, farklıkları birer zenginlik olarak kabul etmemiz gerekiyor. “dedi.
İyi bir eğitimin açamayacağı kapı yoktur
Mültecilerin toplumsal alandaki eşitsizliğinin ve eğitimsizliğinin de ülkede ileride ciddi sorunlar doğuracağına değinen Şahin, ”Türkiye’de 5 milyona yakın Suriyeli bulunmakta, bunların neredeyse yarısı 17 ve 18 yaşında insanlar, bazıları da burada doğmuş. Bu çocukların omuzlarında büyük bir yük var, ailelerini geçindirebilmek için küçük yaştan itibaren tekstil atölyelerinde çalışıyorlar, sokaklarda atık topluyorlar, dilencilik ve boyacılık yapıyorlar, Kıbrıs şehitlerinde görmüşsünüzdür, çiçek satıyorlar yani bu çocukların aile geçindirme yükümlülüğü var, önce bu durumun halledilmesi ve bu çocukların ailelerini geçindirme durumuna muhtaç olmayacak hale getirilmesi lazım, onun içinde yasal çalışma hayatının yeniden düzenlenmesi gerekmekte.

Şu anda Suriyeli okul çağındaki çocukların, okullaşma oranı onda biri bile değil yani eğitimli olmayan, okur yazarlığı olmayan, sokaklarda büyüyen ve suç örgütleri elinde malzeme olabilecek milyon civarında genç ve çocuk var, siz bu insanları topluma entegre edecek politikalar uygulamazsanız, çeteler kendilerine entegre eder. Eğer siz, onlara iyi bir eğitim ve gelecek hazırlamazsanız geleceklerini güvence altına almazsanız suça itileceklerdir. İyi bir eğimin açamayacağı kapı yoktur. Eğer bu insanların geri dönmelerini düşünüyorsanız, gerçekten ciddi olarak ana dillerinde; kendi müfredatlarında, kendi tarihlerinde, kendi ülkesinin koşullarına göre, eğitim görmeleri lazım ki döndüğü zaman ülkesine entegre olup devam edebilsin ya da Türkiye’de kalacaklarını planlıyorsanız, bu kez Türkiye’ye entegrasyonla hepsine Türkçe eğitim verip, hepsinin Türkçe öğrenmesini ve Türk okullarında okumalarını, Türkiyeli öğrencilerle eşit koşullarda eğitimlerine devam etmelerini sağlamanız lazım, çünkü bunlar sağlanmazsa gerçekten önünüzde çok ciddi sorunlar oluşabilir. Sonuçta bir oyuncak almadık, bir insan getirdik ve bunun olası sonuçlarını düşünerek hareket etmemiz gerekiyor.” diyerek açıkladı.
Zaman dayanışma zamanı
Mültecilerin ülke içerisinde ciddi sorunlarla boğuştuğunu vurgulayan Yıldırım Şahin, “Türkiye’de mülteciler Irkçılıkla, işsizlikle mücadele ediyorlar, çalıştıklarında bile neredeyse karın tokluğuna çalışıyorlar, kayıtlı olduğu ilden başka bir ile gidebilmesi için yol izin belgesi alması gerekiyor, yol izin belgesi de sınırlı bir süre için veriliyor, bir kentten başka bir kente gidebilmek kısıtlı, diyelim ki Kilis’tesin ve İzmir’e yerleşmek istiyorsun bunun için öncelikle İzmir’de sigortalı bir iş bulman gerekiyor, ya da çocuğunun orada okuyor olması gerekiyor, sağlık hizmetlerini de zor koşullarda alabiliyorlar, uygun koşullarda ve düzgün yerlerde ev kiralayamıyorlar, çok kötü koşullarda barınıyorlar, bence buna yerel yönetimlerin hemşerilik hukuku içerisinde bu insanların yaşam koşullarına müdahale etmesi gerekiyor, zaman dayanışma zamanı.” diyerek açıkladı.
Umuda yolculuk
Suriyeli Türkmen bir mülteci olan Safiye Şıklı(41) 2014 yılında, Türkiye’ye Kilis üzerinden kaçak olarak iki oğlu ve bir kızıyla gelmiş.
Suriye’den ayrılışını ve Türkiye’de hayata tutunma çabalarını anlatan Safiye Şıklı, ” Suriye’de son dönemde çok savaş vardı 3,5 yıl savaşta kaldım yani ilk gelenlerden değilim, 2 yıl Şam’da 1 yılda Halep’te kaldım, 3. yılın sonlarına doğru kızıma 7 aylık hamile olduğumu öğrendim, Karkamış’ın sınırında, 2 ay köylerde gezindim, Nizip’te, Antep’te, kızımı Nizip devlet hastanesinde doğurdum.

Naz doğduktan sonra, Antep’e geldim, 2 yıl Antep’te kaldım, çocuklarımla tek başıma bir ev tuttum ve çocuklarımla kalmaya başladım, eşim bizi terk ederek İstanbul’a gitti, çocuklarımla birlikte 4 ay boyunca yalnız oturduk, daha sonra ekonomik sıkıntılar nedeniyle 3 yıl önce buraya, İzmir’e taşındık ve 1 yıldır Türkiye’de aldığım tek yardım, Kızılay tarafından ayda 155 TL, onda da en az 3 çocuk sınırlaması var, yine çok şükür hiç olmazsa kiramı bir tarafa koyabiliyorum”. diye açıkladı.
“Savaşların durmasını istiyorum“
Vatanını özleyen ve dünyada savaşın sona ermesini dileyen Safiye Şıklı “Buraya geldiğimde de zorluklar çektim çünkü ablalarım, kardeşlerim burada yoktu, yalnızdım hepsi Suriye’de kalmışlardı, yalnız ağabeylerimin biri İstanbul’da biri Antep’teydi ama ablalarımın üçü ve annem Suriye’de kaldılar. Babamı 3-4 yıldır göremedim, vefat ettiğini duydum ve çok üzüldüm. Tek dileğim, vatanımızın düzelmesini, savaşların durmasını istiyorum, beş yıldır ülkemi görmedim, özlüyorum.”dedi.
Diğer yazılarımızı okumak için ana sayfamızı ziyaret etmeyi unutmayın!

