Haneke’nin İlk Serzenişi – Yedinci Kıta
Sessiz sedasız ruha işleyerek kasırgalar yaratışı ile tanıdığımız Haneke’nin ‘’Yedinci Kıta’’ filmini şöyle bir gözden geçirdik. Sanayi Devriminin yerini Fordizme bırakışının ardından insan ruhu geri dönüşü olmayacak bir biçimde hasara uğramıştır. Tüketim kültürü, bireyi ihtiyacından fazlasına yönlendirmiş ve bu da tatminsizliği doğurmuştur. Birey bir müddet sonra hayat rutininin içerisinde kaybolmuş ve benliğini yitirmiştir. Artık hayat birey için anlamsızlaşmış, tat alınamaz bir hale bürünmüştür. Toplumun en küçük yapısı olan çekirdek aile, kapital düzen içerisinde, duygularından yoksun bir halde yalnızca var olmak için çaba sarf etmektedir. Film, özlemi duyulan ütopyanın temsili olarak gösterilen Avustralya seyahatine ithafen ‘’Yedinci Kıta’’ ismini almıştır. Yeni bir dünya, belki de cennet imgesi olabileceği düşünülmektedir.
Yedinci Kıta filminin başlangıcından itibaren Haneke seyirciyi karamsar bir belirsizlik içerisinde bırakmaktadır. Haneke’nin bu tavrı öykü kurma isteği uyandırmaktadır. Bu isteğin yegâne sebebi film akışının ritmi ve aile üyelerinin donukluğudur. Kendi içlerine dönük bir yaşamı benimseyen aile üyeleri, duygularını sığ bir biçimde yaşamaktadırlar. Mutlu yahut mutsuz olduklarını anlamak oldukça güçtür. İnsani değerlerini yitirmiş robotlar gibi gündelik hayatlarına devam etmektedirler.
Filme araba yıkama sahnesi ile başlıyoruz. Bu sahne, adeta insanın hayat içerisinde kayboluşunu simgeliyor. Oluşturulmak istenen algı insanın da tıpkı nesneler gibi bir iz düşüme sahip olduğu düşüncesidir. Uzun bir süre insan yüzü değil, nesneleri görüyoruz. Adeta oyuncuların bir kimlikleri yok, yalnızca nesneler var. Bu da insan yüzlerinin dahi nesneleşmesi fikrini çağrıştırıyor.

Anna’nın (anne), eşinin ailesine mektup yazdığını görüyoruz. Bu mektupta, eşinin iş hayatındaki yükselişini, kızı Eva’nın sağlık durumunu anlatıyor, fakat karşı tarafa herhangi bir soru yöneltmiyor. Bu benmerkezci tutum, karşılıklı iletişimdeki yoksunluğu göstermektedir. Bir başka sahnede Anna iş yerinde duyduğu bir hikayeyi, kendi yaşamış gibi misafirlerine anlatıyor. Çünkü kendisi mekanik bir varlık sürdürdüğünden, insani duygulardan arınmış durumdadır.

Araba yıkama sahnesinin hemen ardından ve filmin sonunda görünen Avustralya manzarası, ailenin asla mümkün olmayacak kurtuluşunun hayali olarak betimlenir.

Kapılar, aile üyelerinin birbirinden bağımsızlığını, içe dönüklüğünü, yalnızlıklarını simgelemektedir. Bir anda açılıp başıboş bırakılmaları ve bir diğer bireyin ardından kapatışı, kapının sahne geçişlerinde var olmasının sebebidir. Hikaye akışını hızlandırır.
Ailenin en küçük üyesi olan Eva, anne ve babasının ilgisizliğinden öylesine bıkmış ki kör taklidi yapıyor. Bu bir çocuk için büyük bir hüsran olsa gerek. Filmin sonuna doğru Eva, balıkların ölmesini istemeyerek, ilk ve son kez insani bir duygu göstermiş tek karakterdir. Babası bir cümlesinde Eva’nın, intiharı kabullendiğini ima etmiştir. Fakat Eva’nın balıklar için gösterdiği tepki, reddedişini simgeler.
Ruhsal intiharı çoktan tamamlamış olan aile filmin sonunda fiziksel intihar için hazırlıklara başlıyor. Evlerindeki her şeyi soğuk kanlılık ile parçalıyorlar ve tüm paralarını bankadan çekip, klozete atıyorlar. Filmin içinde yer alan belki de en keskin eleştiri ailenin yıllarca emek sarf ederek kazandığı paralarını, kararlı bir şekilde klozete atıp sifonu çekmeleri ve bunu tekrarlamalarıdır. Benliklerini yitirerek kazandıkları bu parayı dönüşü olmayacak bir biçimde yok ederek, intihar girişimindeki kararlılıklarını bize göstermişlerdir.

Haneke Yedinci Kıta’da akvaryumu metafor olarak kullanmıştır. Akvaryum bireyin tüketim toplumu içerisindeki hapsidir. İçinden çıkılması mümkün olmayan ve umutsuzluk barındıran bu alandan çıkmaya gayret ederlerse hayatlarını kaybedeceklerdir. Bu sebeple akvaryumu kırma sahnesi derin bir anlam barındırır. Aile bireyleri benliklerini yitirdikleri bu sistemden kurtulmak isterler ve çözümü ölümde bulurlar. Haneke her bir balığın ölümünü bizlere detaylı bir biçimde göstermiştir. Orada ölenler yalnızca balıklar değil, aile bireyleridir.

Haneke tüketim toplumunun birey üzerindeki psikolojik etkisini tüm çıplaklığı ile gözler önüne sermiş.
Parçalanan eşyalar, teknolojik ürünler, yok edilen paralar sisteme başkaldırı niteliği taşımakta..
1989 yılında yayımlanmış olan bu film günümüze dair ne çok şey barındırıyor değil mi?


