Felsefe, Psikoloji

İçimizdeki Tutsak

   Aşağı yukarı yüzyıllardır dünyada devam eden belli bir düzenin içinde yaşayıp ölüyoruz. Bazılarımız zenginlikle bazılarımız da sadece ‘ruh’ zenginliğiyle… Hepimizin tek amacı doğduğumuz andan itibaren yaşamaya çalışmak. Büyüdükçe içinde olduğumuz düzeni fark ediyoruz. Bu sefer de düzeni beğenenler ve beğenmeyenler olarak ikiye ayrılıyoruz. Tabi bu ikisini de kendi içinde kategorize edebiliriz ama şimdilik basit kalsın.

   Biraz felsefeye merakınız varsa Platon, Sokrates ya da başka filozofları okursunuz ya da belki derste duyarsınız, bir yerde bir sözüne denk gelirsiniz. Sonra düşününce haklı olduğuna karar verirsiniz. Ya üstüne gider düzenin ‘düzensizliğini’ anlamaya çalışırsınız ya da sadece hak vermekle kalırsınız. Düzenin ‘düzensizliğini’ anlayanlar çevrenizde mutlaka karşılaşmış olduğunuz -hatta belki kendiniz- düzeni eleştiren ve memnun olmayan/olamayan insanlardır. Belki onlarla bu konuyu tartıştınız, zaman zaman fikirlerine katılırken zaman zaman karşı çıktınız. Çok normaldir çünkü insanlar fikirlerde ayrışmaktadır zaten. Farklı fikirlerimiz bizi biz yapan şeylerdir. Düzeni seven de olur sevmeyen de.

Öyleyse düzene karşı bu kadar eleştiriye, sevilmemesine, üstüne kitaplar/yazılar yazılmasına rağmen neden hala aynı ya da benzer düzenler/sistemler içinde yaşıyoruz?

   Bu sorunun cevabını Devlet kitabının yedinci bölümünde ‘Mağara Alegorisi’ ile Platon vermiştir. Alegorisinden bahsetmek gerekirse:

Doğdukları andan itibaren mağaranın iç duvarına bakacak şekilde zincirlenmiş üç kişi vardır ve sadece mağaranın girişinden iç duvara yansıyan gölgeleri görüp sesleri duymaktadırlar. Dolayısıyla dış dünya hakkında ne bir fikirleri vardır ne haberleri. O yüzden bu üç kişinin tek gerçeklikleri mağaranın giriş kısmından onların baktığı iç duvara yansıyan gölgelerdir. Gölge ve sesleri kendilerince kategorize etmişlerdir.

Bir gün tutsaklardan birisi aniden serbest kalır ve asıl dünyaya adım atar. Tabi ki yıllarca mağarada tutsak kalmış ve tek gerçekliği gölgeler olan birisi olarak yeni düzen ona karmaşık gelir. Gölgelerinse sadece yansımalar olduğuna inanamaz. Ama zamanla bir şekilde alışır, her şeyi anlamaya başlar ve düzene ayak uydurur hale gelir. Bunu mağarada kalan iki tutsak arkadaşıyla da hemen heyecanlı bir şekilde paylaşmak ister. Onlara gidip anlattığında hiç beklediği gibi bir tepki alamaz. Diğer tutsaklar onun bu değişikliği kaldıramadığını, aptal ve kör olduğunu düşünür. Onun bu halinden korkarlar ve artık serbest kalmak istemezler, tutsaklık iyidir çünkü en azından bildikleri bir şeydir.

İşte burada Platon kendisini ve filozofları özgür kalan tutsağa benzetirken halkı serbest kalmak istemeyen iki tutsağa benzetir. Peki neden?

Çünkü Platon’a göre halka bir şeyler anlatmaya çalışan, onları eğiten ve bir şeyleri görmüş, farkına varmış bir filozof -aynı özgür kalan tutsak gibi- asıl gerçekleri halka göstermeye çalışır. Ama halk durumundan memnun, düzeni değiştirmekten korkmakta, cehaletiyle birlikte huzurludur -özgür kalmaktan korkan tutsaklar gibi-. Belki kendilerini eğitmeye çalışan filozofları haklı bulsalar bile zaten kendilerince ‘oturmuş’ düzenlerinde mutlu mesut (!) yaşayıp gitmektedirler.

   Aslında benzer olay psikolojide de vardır. Örneğin çoğumuzun yakındığı ‘Ben bu tip insanlardan neden kurtulamıyorum?’ sorusudur. Daha kaba bir tabirle ‘Ben hep salakları mı çekiyorum?’ gibi cümlelerdir. Bunun nedenini hiç araştırdınız mı peki? Ya da hiçbir nedeni olduğunu düşündünüz mü? Eminim kendinizi şanssız ilan etmişsinizdir. Oysa değilsiniz, sadece insan yapısı psikolojik olarak gerçekten hep aynı tip insanları bulmaya ya da onlardan hoşlanmaya meyillidir. Çünkü bilindik bir düzeni, bildiği bir insan tipi vardır ve onu tanırsa eğer zaten bildiği için yorulmayacaktır. Eğer farklı bir insana denk gelirse bu farklılıkların onu yoracağından, her şeyi en başa alacağından, yeni bir düzen oluşturacağından korkar. Aynı Platon’un mağara alegorisindeki gibi burada da sizin bir yanınız özgür kalan tutsak yani filozofken, düzenini değiştirmeyen cehaletiyle mutlu halk yani alegorideki tutsaklar yine sizin başka bir yanınızdır.    

   Değişimden korkmak yapımızda var gibi gözükse de bu durum yine bizim elimizdedir. Eğer bu durum çok baskın olsaydı bu günlere gelemezdik ya da çok farklı bir dünyada yaşıyor bile olabilirdik. Mesela kadın hakları için ilk direniş olan 8 Mart 1857 tarihinde ABD’de düşük ücret ve çalışma saatlerine isyanla kadınların greve çıkması o dönemlerde büyük ses getiren çok cesurca bir hareket oldu. Onlar değişimden korkmadı, ki korksalardı tam anlamıyla mağara alegorisindeki gibi iki tutsaktan hiçbir farkları olmayacaktı ve tarih çok daha farklı seyredecekti belki de.

Bu sadece bir örnek. Tarihte bunun gibi küçük filizlenmelerle başlayıp ilerleme kaydeden önemli değişimler de mevcut.

   Kısaca Platon’un değerli mağara alegorisini özetlemek gerekirse Şems-i Tebrizi ünlü sözüyle yapmıştır aslında bunu:

‘‘Düzenim bozulur, hayatım alt üst olur diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatının altının üstünden daha iyi olmayacağını?’’

Yararlanılan ve İnceleyebileceğiniz Kaynaklar:

*https://www.youtube.com/watch?v=1RWOpQXTltA&t=146s

*https://tr.wikipedia.org/wiki/Ma%C4%9Fara_alegorisi#:~:text=Ma%C4%9Fara%20alegorisi%2C%20Yunan%20filozof%20Platon,felsefesinin%20en%20%C3%B6nemli%20alegorilerinden%20biridir.

2 thoughts on “İçimizdeki Tutsak

  1. Yeni bir bakış açısına, bir düzene, fikre sahip olmaya çalışan çok az insan var hatta farklı bir fikir duyduğunda sadece eleştiren acaba demeyen birçok insan…Ele aldığın konular ve yazdığın yazılar çok iyi, umarım devamı hep gelir.

Bir Cevap Yazın