KKaranlıkta Bıraksak Bile Orada Da Canlılığını Hiç Yitirmeyen Bir Duygunun Yolculuğu: “Sevgi”
“Incipit vita nova” (Yeni hayat başlıyor.)
Dante Alighieri
İnsanın daima “yalnız başına” ve “yüzeysel” ifadelerle değerlendirdiği, aslında kâinatı devindiren Tanrının gerçekliğinin temel yansıması olan “sevgi”, yine bize kurtaracak olan, günümüzde kalbimizin karanlığına terk ettiğimiz bir berceste duygumuzdur. Onun, yaratılıştan, Ortaçağ anlatılarından, dinlerden, mitolojilerden, teorilerden eski-yeni okuduğumuz edebi yazınlara, kimi zaman incitici olsa da daima ışıltılı rol oynadığı bir yolculuğu vardır. İnciticidir; insan özünden uzaklaştıkça ruhunda eksilen bir varlığa dönüşür, daima ışıltılıdır; özünden uzaklaşsa da eğer sağlam bir kalp ise tözü, içinden bir yere gitmez yine onu sağaltandır.
İnsan kâinatı devindirenin bir parçasıdır, manevi ışık ve sevgiyle donatılmış bir bütün teklik. O, bizi yarattı ve bizi sevdi. Benimsedik ve inandık, bu yüzden sevgiyi sunduğumuz kadar da aynada gördüğümüze de ışıldamalıyız. Çünkü kendini tanımanın yolunun kapısını açan anahtardır öz sevgi. Bu sevgiyle ışıldarken sevdiklerimize olan sevgiyle de büyüyecek, birlikte daima ışıldayacağız fakat karanlıkta bırakanlarımız için hatırlanması gereken yüce bir yolu vardır sonunda ulaşacağı sevginin. Bu hissi asla terk etmeyen, fikirlerime ayna yazarlardan, nice ilham sunan bir başyapıt şiirin “İlahi Komedya” yazarı Dante Alighieri’nin görüşlerine değindiğimizde, bu teslis eserde sağaltıcı ruhları, fikirleri barındıran Cennete yolculuğu Cehennem ile başlatır, çünkü biliriz ki insan varlığı için Cennete giden yol Cehennemden geçer. Ulaşılacak nice güzellik sabır, emek ve sevgiyle bir bütünlüğün eseri olacaktır.
Gördüğünüz tablo, Dante’nin, gözleri için cennetin mühürleri dediği sevdiği kadın Beatrice’e yazdığı eserin “Incipit vita nova” (Yeni hayat başlıyor.) adını alan, İtalyan ressam Cesare Saccaggi’nin tablosudur.

Tabloda fikirlerimizi devindiren Dante’nin gözlerini ayırmadığı Beatrice, teslisin Cennet kısmında onun rehberidir. İkili, başkalarıyla evlendikleri için kavuşamamışlar ve Beatrice’in ölümüyle de esasen İlahi Komedya eseri yazarın sevdiği kadınla kavuştuğu bir dünya tasarımı olmuştur diyebiliriz. Işıklar içinden en aydınlık olan ışığın yani kâinatı devindiren Tanrının ışığının her şeye ışıldadığı ana tanık olacakları bir yolculuğa çıkarlar. Mütevazı Dante bizim bugünlerde -Ortaçağ’da da benzer şekilde- ihtiyaç duyduğumuz o berceste sevgiyi sevdiği kadına olan sözleri vasıtasıyla bizlere aktarırken, bir yandan da onu karanlıkta bıraktığımızı bize hatırlatır:
“Ey ölümlülerin anlamsız tasası,
kanatlarını böyle aşağıda çırptıran
düşünceler ne denli hatalı!
Kimi hukuk, kimi tıp peşinde koşar,
kimi umudunu papazlığa bağlar,
kimi zorbalıkla, yalan dolanla hüküm sürer,
kimi çalıp çırpar, kimi alıp satar,
kimi şehvet batağına saplanıp vaktini yitirir, kimi de miskinlik ederken,
bütün bunlardan arınmış ben,
Beatrice ile birlikte gökyüzünde idim
ve sevgi ile ağırlanmakta idim.”
Ortaçağ’da da noksan bırakılan sevgi bu büyük yazar Dante’nin sancısı olmuş, teslisinde Cehenneme attığı her kişi için kaygı duymuştur, yaratılanı yaratandan ötürü sevmek ifadesi kendisinin kalbinde fazlaca yer almıştır. Sevgi onda olduğu gibi bizlerde de dinamiktir, hoşuna giden bir şey onu dürtünce ona yönelir. Sevgi noksan değildir, bütün ve tamamlanmış bir duygudur, bir çok güzellikle donatılmıştır. Bundan dolayı da seviliriz ışıldarız; Tanrının bahşettiği ışıktan dolayı ışıltılıdır, seviliriz ufkumuz açılır; kâinatı devindirenin bilgisini barındırır, seviliriz keyifli, mutlu hissederiz; şefkatlidir, seviliriz ve empati duyarız karşımızdaki insanı anlamaya çabamızdan dolayı; naziktir. Sevgi, aşk için de bir nimettir ama siz olmadan, insan olmadan aşk var olabilecek bir duygu değildir. Bu yüzden sevginin önceliği haliyle kendi kalbiniz olmalıdır. Dante Tanrıya duyduğu sevgiyi, sevdiği kadının gözlerinde, yüzünde görmekte Cennet eserinde. Onu rehberi bilir, gözü vardır onu görmek için, kulağı vardır onu duymak için, elleri uzanır cennetin mühürlerini taşıdığını düşündüğü rehberinin söylediği o yükseklere ulaşmak için; o yüksekler ki Tanrıya ulaşacağı basamaklardır. Bu güçlü sevgiye benzerini, Vergilius’a da duyduğunu okuduğunuzda rahatlıkla görebilirsiniz. Özünü keşfeden yazarımız, dostuna da sevdiği kadına da özündeki sevgiden serpiştirir. Kâinatı devindirenin bereketi gibidir ve bu abartarak yapmasını da etkiler. Sevmek dinamik derken buna değiniyoruz esasen; sevmek mübalağa sanatıdır.
Kâinatı devindirenin, sonsuz bir ışık kaynağı olunca, bize sevgiyi verirken ışığından da nakşetmesiyle dünya telaşımızda dengeli yaşamayı kavrayan bizler, yaşadığımız uç noktalarda unuttuğumuz yahut arkamızı döndüğümüz özümüze yine tutunabilir, uzağında kalamayız. Günümüzde gökdelenlerde yükseldikçe alçalan bir varlığa eviriliyoruz; unuttuğumuz gerçektir ki toprak bizim kökümüzdür. Kökleri olmayan bir bitki nasıl yaşar ki insan yükselen beton yığınlarında sevgiyi anımsasın; beton soğuktur, estetiği olmayan bir yapıdır. İnsan bir bitki değildir elbette fakat “Dünyanın güzelliği, gökteki yıldızlar, havadaki kuşlar, denizdeki balıklar, yeryüzündeki insanlar gibi onun tekil öğelerinde beliren her şeydir.” der Concheus’lu Guillaume. Yani her varlık bir bütün devinim halindedir, yeryüzü tamamlanmış olandır. Bu yüzden insanın toprakla bağı da yadsınamaz. Bu önemsenmeyen betonlaşma sevginin karanlıkta kalmasının bir etkenidir. Nükleer Santrallerden elde edilmeye çalışılan güce karşı bir duruşun olmaması da bir etkendir. Tüm bunlar ve daha niceleri özünden uzaklaşmış tözün sancılarıdır. Fakat üstün olan sevgidir, canlılığı kâinatı devindirenden alır ve bu yüzden asla yitirmez ışığını, bizler karanlıkta bıraksak bile.
Fikirlerini okuduğunuz bu kişi biraz Erich Fromm gibi sevgiyi hatırlatmak, onun bireyin kurtuluşunun anahtarı olarak görmekten kendini alıkoyamamaktadır. Fromm hem içindeki sevgiden hem de insanlara beslediği sevgiden vazgeçmemiştir, öyle ki üzerine kaleme aldığı eser Sevme Sanatı, Dante’nin yaptığına benzer bir hatırlatma olmasıyla birlikte bir duruştur, çirkin bir sona yaklaşan insan için. Kanserden kaybettiği eşi Annis’e sevgisi üzerine sabahın el değmemiş bir vaktinde şunu yazar “Benim güzel sevgilim, seni o kadar seviyorum ki bu canımı acıtıyor ve işte tatlı ve muhteşem olan da bu can yakıcılık… Umarım uykunda bunu hissediyorsundur.” Can yakıcılığın muhteşemliği, Cennete giden yolun Cehenneme başlamasıyla da ne çok benziyor, öyle değil mi?
Velhasıl, Saccaggi’nin tablosunda sevginin kalemi Dante’nin ve o sevginin ilhamı Beatrice’in ellerinin kavuştuğu o dünyayı inşa etmek için umutsuzluktan sıyrılma vakti geldi, inanıp şüphe duymadan -ki şüphe her sihirli anı bozabilir- hem kendi kalbimize ellerimiz uzanmalı hem de sevdiğimiz kalplere uzanmalıyız. Karanlıkta bıraktığınız sevginiz sizi ileriye taşıyacak tek dünyadır. Karanlık ifadesi sizi korkutmasın, çünkü biliyoruz ki hayat inişler ve çıkışlarla doludur. Bazen siz bizzat, kendi geleceğiniz için bir “yorgunluk” unsuru olabilirsiniz, fakat fark edip dengesini kurduğunuzda ışığınızı yaymanız asla güç olmayacaktır. Yolcuğunuz sevgiyle ışıldasın… Incipit vita nova!