Neye Mecburuz?
İnsanlık milyonlarca yıldır hayatta kalma mücadelesi veriyor. Bu mücadele bazen doğayla olurken bazen insanlar arasında oluyor. Doğaya karşı güçsüzüz. İçerisinde muazzam bir döngüsü olan doğa, çoğu zaman mücadeleyi kazanıyor. Peki ya insanların insanlarla olan mücadelesini kim kazanıyor?
İnsanlar arasında olan mücadeleyi savaş olarak nitelendirilebiliriz. Savaşlar ise otoriterinin kararları ile halkların çarpışması olarak nitelendirilebilir. Bazen fetih için bazen ise savunma amacı ile yapılan savaşlar, çok ciddi sonuçlar doğurmaktadır. Üstler, halkı savaş için yüreklendirirken ve onları kazanmaya odaklarken sadece savaşı kazanmayı istemektedirler. Gücü elinde tutma hırsından mıdır yoksa gerçekten halkın yararı için midir bu savaşı kazanma isteği? Hem savaşan halk onlar kadar savaşı kazanmak istiyor mudur?
“Neden onların gücü var? Çünkü bu gücü onlara siz veriyorsunuz. Ve sizler korkak olduğunuz müddetçe onların gücü hep olacaktır.
Stefan Zweig’ın ‘Mecburiyet’ adlı kitabını incelemek istiyorum. Birkaç saatte kolayca okunabilen ve oldukça sürükleyici olan bu roman, savaşması gereken bir adamı irdeliyor. Ana karakterimiz Ferdinand, ülkesi Almanya’da savaşmamak için İsviçre’ye kaçmıştır ancak devlete göre askere alınması ve ülkesi için cenk etmesi gerekmektedir. Ferdinand ise sadece yaşamak ve özgür olmak istemektedir. Doğanın verdiği özgürlüğü içine çekip özgürlüğün o eşsiz hazzını fırça darbeleriyle kağıda dökmek istemektedir. Savaşa inanmamaktadır ayrıca. Tanımadığı askerleri inanmadığı bir amaç uğruna öldürmek istememektedir. Bu katliamın bir parçası olmak yerine biricik karısı Paula ile özgür olmak istemektedir.
Çocuk yaşta verilen eğitimde devlet için yaşamamız gerektiği bizlere aşılanmakta çünkü sadece devlet için yaşaması gerektiğine inanan kişiler sorgusuz sualsiz devlet adına her şeyi yapabilirler. Özellikle de savaşabilirler. Ferdinand’ın devlet için kendini feda etme güdüsü kafasını karıştırmaya başlamıştır. Eve gelen mektup bu dürtüyü uyandırmış ve onu savaşa gitmesi gerektiğine inandırmıştır.
İnsan, hayatı boyunca tercihler yapar. Tercihlerin irade dışında gerçekleştiği zamanlar da olur. Bilinç oraya yönlendirmiştir beyni. Ferdinand da öyle yaptı. O öğretilen vatanperverlik duygusuna kapılıp teslim olmaya karar verdi. Halbuki kan dökmesi gerektiğine hala inanmıyordu.
İnanıyorum ki bireyler asla kendi gerçeğinden kaçamıyor. Er ya da geç o gerçek seni bulup seni olmak istediğin yere çekiyor. Ferdinand’ın bilinci onu eyleme götürse de gerçeğinin özgürlük duygusu daha ağır gelmiş ve özgür olduğu o yere dönmüştü.
Savaşları açanlar kendi çıkarlarını düşünüyor. Bireyin bu savaş kervanına katılmak istememesi doğal bir hakken otorite zoru ile bir şekilde sürükleniyor. İnsanlar ölüyor, aileler dağılıyor. Sadece insanlar değil umutlar, hayaller, sevgiler ve daha neler neler bitip gidiyor…
Savaşın yarattığı psikolojik baskıyı hissedebileceğiniz bu muazzam eseri okumanızı temenni eder, dünya düzenini belirleyen o korkunç muharebeleri değerlendirmenizi isterim.
