Film, Kitap

Pavlov’un Köpeklerinden Alex’e: Otomatik Portakal

   Öğrenim hayatımız boyunca bir yerde, bir derste belki de bir konuşmada duymuşuzdur Pavlov’un köpeklerini. Pavlov gerçekten de köpekleriyle hayatımıza önemli bir anlam katmıştır. İlginç tarafı da Pavlov’un aslında köpeklerde sindirim sistemi üzerine çalışırken klasik koşullanmayı bulmasıyla psikolojiye hiç tahmin edemeyeceği bir katkı yapması olmuştur.

Kısaca deneyi hatırlatacak olursak, Pavlov köpeklere yemek getirdiğinde köpeğin yemeği gördüğü anda ağzında salya oluştuğunu fark eder ve bir deney yapar. Pavlov köpeğe yemek vereceği zaman uyarıcı olarak bir zil çalmaya başlar ve başta nötr uyaran olan zil, köpek koşullandığında koşullu uyarıcı haline gelir. Yani başta yemek gördüğünde salyası akan köpek, zil ile koşullanır ve zil çaldığında yemek geleceğini düşündüğünden salyası akmaya başlar.

İşte Pavlov bu koşullanmayı köpekler üzerinde bir deneyle keşfetmişti. Peki böyle bir koşullanmayı bir insana, istemediğiniz davranışları yapmaması için yaptığınızı düşünün bakalım. Aslında düşüncesi güzel, sonuçta size yarayacak bir durum olacak, istemediğiniz davranışlarda bulunmayacak. İnsanları kontrol etmek ne kolay olurdu değil mi? Belki de istediğimiz gibi bir çevre, hayat, dünya yaratabilirdik kendimizce. Madem düşüncesi güzel, o zaman bunun bir de gerçekleşmiş halini ele alan kitaba/filme bakalım: ‘Otomatik Portakal’*.

   Kitabımızın/filmimizin kahramanı olan Alex, ergenlik çağlarında olan, kendi yaşıtlarında arkadaşlarından oluşan bir çetenin lideridir. Ergenlik çağlarında olmalarına rağmen çetesiyle beraber yaptıkları davranışlar sizi yer yer biraz şaşırtabilir. Geceleri çetesiyle ‘avlanmaya’ çıkan Alex, aklınıza gelebilecek her kötülüğü yapmaktadır. Yaşlılara saldırma, kadınlara tecavüz etme, para çalma, evlere girip hırsızlık yapma ve dahası… Onlar için eğlence olan bu davranışların sonu her gece barda (onların deyişiyle sütbar) uyuşturucu katkılı sütlerini içmeleriyle son bulmaktadır.

Bir gün yine hırsızlık yaparlarken çetesinin onu satmasıyla tüm suç üstüne kalan Alex kendini on dört yıl ceza yemiş olarak hapiste bulur.

Hapiste iki yıl geçer. Alex o sıralar ağızdan ağıza dolaşan ve kulağına gelen ‘Ludovico’ tedavisini -yeni suçluları ıslah etme yöntemi- duyar ve bir şekilde tedaviye başlamanın yolunu bulur (kitapta ve filmde tedaviye başlama olaylarında farklılık vardır.).

Tedavinin yapılacağı yere götürülen Alex, halinden çok memnundur. Çünkü temiz kıyafetler giyiyor, tek kişilik güzel temiz bir odaya sahip, güzel yemeklerle karnını doyuruyor ayrıca hemşireler ve doktorlar ona çok iyi davranıyordur. İki hafta bu güzelliklerle yaşayıp özgür kalacağını düşünen Alex’e her gün önce bir iğne yapıldıktan sonra sinema odasına götürülüp zorla şiddet dolu filmler izletilir. İğnenin etkisiyle şiddet dolu filmleri izlerken hasta hisseden Alex ne gözlerini kapatabilir ne başını çevirebilir ne de kıpırdayabilir. Her yeri koltuktaki mekanizmaya filmi izlemesi için sanki çivilenmiş gibidir. On dört gün boyunca şiddet görüntülerini izlerken sürekli midesi bulanan -iğne sebebiyle- Alex, bir gün filmin arka fon müziği olarak en sevdiği sanatçının en sevdiği parçasını duyar: Beethoven’ın 9.senfonisi. Mide bulantısını ve hastalığını bu güzel parçada, en sevdiği müzikte hissetmek istemez. Ne kadar müziği kapatmaları için yalvarsa da istediği olmaz ve maalesef şiddet görüntülerine koşullanırken, artık en sevdiği müziğe de koşullanmıştır.

Alex bir şekilde onun için işkenceli olan bu on dört günü başarı ile tamamlar ve artık özgür bir insandır. Serbest kalmasından önce tedavinin işe yararlılığını kontrol etmek için önemli kişiler gelir ve Alex’i izlerler. Sahneye önce Alex’e şiddet uygulayan, hakaret eden bir adam girer. Alex, tam adama karşılık vereceği sırada midesi bulanmaya başlar, hastalığı hisseder ve hiçbir şey yapamaz. Sonra sahneye çıplak bir kadın gelir. Alex onu gördüğü anda aklından ilişkiye girmek geçer fakat yine midesi bulanmaya başlar ve yine etkisiz kalır. Yani tedavi etkili olmuş ve Alex artık özgür kalmıştır. Peki gerçekten özgür kalmış mıdır sizce de? İşte asıl olay burada başlar. Evet belki bu yöntemi şu ana kadar beğenmiş olabilirsiniz. Ne de olsa bir suçlu tedaviyle ıslah olmuş ve artık suç işleyecek bir durumda değil. Dünya belki de çok güzel bir yer olurdu. Ama hiç bu tedavinin uygulandığı Alex’i düşündünüz mü? Bir birey olarak Alex’in aslında seçeneklerinin, özgürlüklerinin kısıtlandığını ve bir insanın seçme hakkı elinden alındığında geriye ne kalacağını tahmin edebildiniz mi?

Tam da bu noktada kitapta/filmde Alex’in can alıcı hikayesi başlıyor. Tedavi merkezinden çıktıktan sonra önce eskiden dövdüğü yaşlı bir adamla, sonra eski çete arkadaşı ve eski bir düşmanıyla karşılaşıyor. Tabi ki hepsi Alex’e şiddet uygularken o yine hiçbir şey yapamıyor. Kendini ne savunabiliyor ne koruyabiliyor. Savunmak istediği anda şiddet dolu film görüntüleriyle koşullandığından mide bulantısı ve hastalığı başlıyor. Tabi keşke tek şiddetle kalsa durum. Maalesef artık en sevdiği müziği -Beethoven 9.senfoni- dinleyemez oluyor. Çünkü artık onu dinlerken de hastalığı başlıyor. Bir insanın en sevdiği müziği dinlerken bile acı çekmesi…

Dünyaya bir iyilik yapıldığı düşünülse de Alex’in kişiliğinin elinden alındığı apaçık ortadadır.

   Başta suçluları bu yöntemle iyileştirme ve ilerleyen zamanlarda hiç suçlu kalmayacağını düşünmek oldukça güzel bir fikir aslında. Ama bazı fikirler detaylandırılmamış ve tamamlanmamıştır. Bu tedavi fikrinde olduğu gibi. Çünkü sadece suçluları kesin çözüm ve en kısa süreli olarak tedavi etmeye odaklanılmış, bireyler için neler olacağı düşünülmemiştir. Belki de uzun vadede iyileştirme için daha sağlıklı bir yöntemle çalışılmış olsa Alex kişiliğini kaybetmeyecek, Pavlov’un zil çaldığında tepki veren köpeklerinin farklı bir versiyonuna dönüşmeyecekti. Zaten kitabın isminin de ‘Otomatik Portakal’ olmasının sebebi buna -Alex’in kişiliğini kaybetmesine ve koşullanan bir makineye dönüşmesine- dayanır. Otomatik kısmı makineleşmeyi temsil ederken, portakal kısmı organik haliyle insanlığı temsil eder.

Bu incelemeyi Alex’in yazımı özetleyen şu sözleriyle bitirmek isterim:

‘’ – Ben, ben, ben! – diye bağırdım avazım çıktığı kadar. – Ben ne olacağım? Sanki bütün bu olanlar beni ilgilendirmiyor? Ben bir hayvan mıyım! Yoksa cansız bir yaratık mı?

-Ben bir OTOMATİK PORTAKAL mıyım yoksa? ‘’

*Otomatik Portakal, Anthony Burgess tarafından yazılmış ve Stanley Kubrick tarafından da beyaz perdeye aktarılmıştır.

Bir Cevap Yazın