Psikanaliz ve Din
“Hem tanrıya
Hem de mammona (şeytana)
Hizmet edemezsin. “
Aziz Matta

Cennetten kovulmanın sonucunda insanlık iki cezaya tâbi tutuldu. İlki kadına çocuğunu acıyla doğurma, ikincisi erkeğe ekmeğini topraktan çıkartma. Bu ceza yaşamımızı ve algımızı şekillendirdi. Şekillenen bu hayatı ise iki uç kutup sahiplendi. Psikanaliz ve din. “Psikanaliz ve dinin ortak noktası insanın ruhu ve ruhun tedavisi” oldu.
Psikanalizin kurucusu Freud’a göre din, çocukken ebeveynimizi algılama şeklimizdir. Çocukken nasıl babamızın bizi koruduğuna inanıyorsak, bu bizi huzurlu hissettiriyorsa bir yaratıcının var olması ve bizi koruduğunu düşünmekte yetişkini rahatlatıyor. Yaratıcının güven veren kollarının soyutluğu babamızın kollarındayken somutluğa dönüşüyor. Aynı zamanda babamız sadece bizi huzurlu hissettirmekle kalmıyor ondan korkuyoruz da, aynı yaratıcıdan korktuğumuz gibi. O halde Freud’un dediklerinden görüyoruz ki çocukken nasıl ebeveynimizi üstün görüyorsak, her şeye gücünün yettiğini hissediyorsak aynı deneyim yetişkinlikte Tanrıya karşı devam ediyor. O halde Tanrı insan hayatını iki şekilde etkiliyor diyebiliriz: İlki, arzularını dizginleyenleri ödüllendirmek. Yani eğer onun yasaklarına uyarsak bize cennetin kapılarını açacağına dair inanış. Bu inanışı çocuğun babasından korktuğu ve ondan ödül alacağı için ilkel tarafına (id) bastırması olarak açıklayabiliriz. İkinci etkileyen şey ise güven vermesi. Günahlarımızı bile affeden Tanrı bizi her şekilde kabul edeceğine dair güven verir. Babamızın ne olursa olsun bizi koruyacağına dair güven gibi. Dini çocukluk temelinde ele alan Freud bunla yetinmiyor ve dinin, düşünmeyi yasakladığı için zekanın gerilemesine de neden olduğunu belirtiyor. Kendini Tanrısız bir Yahudi olarak tanımlayan Freud’un dine karşı mesafesi psikanalizin dinin etkisinden çıktığının göstergesi olmuştur.
Dine daha ılımlı yaklaşan ikinci psikanaliz ise Carl Gustav Jung’ dur. “Otuz beş yaşını geçen hastalarımın hepsi, problemlerin çözümünde son çareyi, hayatlarına dini bir bakış açısı kazandırmakta bulmuştur.” Bu bir cümlelik sözü bile Jung’un din hakkındaki görüşünü ortaya koyar nitelikle bir sözdür. Her zaman mistikten ve mitlerden yana olan Jung, Freud’un tam aksi bir taraftadır. Çocukluk döneminin Tanrıya dair bakış açımıza etkili olacağına katılmaz, kolektif bilinçaltının içerisinde dinin var olduğunu söyler. Kolektif bilinçaltı bir kapı gibidir, din ise yüzyıllardır oradan her bireyin bilinçaltına hapsolur. Din algımız atalarımızın din algısıyla benzer şekilde bize ulaşır.
Bir başka psikanalist olan Fromm dini bir felsefeci gözüyle inceler. Psikanaliz ve Din kitabında Fromm” İnsan kendini doğal duyuları dışında güveneceği bir şey olmadığını bilirse bu duyuları gereği gibi kullanmayı öğrenir. Yalnızca kendini yetkeden bağımsız kılan özgür insan, yanılsamaya düşmeksizin içinde var olan yeteneklerini geliştirip kullanarak aklının gücünden yararlanabilir, böylelikle de dünyayı ve rolünü nesnel biçimde kavrayabilir” der. Görüyoruz ki din Fromm için bir anlam yükleme mekanizması değil tam tersi bilimin ve insanın rolünün etkin olması gereken bir araç. İnsan dini kullanmalı fakat yetkenin boyunduruğunun altına girmemeli. Fromm elimizde olan tek şeyin din olmadığını, yanılsamaları bırakıp aklın gücüyle ilerlememizi söyler. Kendimiz dışında güveneceğimiz bir şey yoktur. Öyleyse insan kendi yeteneklerini geliştirip, dünyayı daha iyi bir yer haline getirebilir.

Fakat din buna katılmaz, din psikanalizin karşısına konuşlanır. İnsan diğer canlılardan farklıdır, o sürekli dengesizlik durumundadır ve bir tanrıya muhtaçtır. Hristiyan Tanrıbilimci Augustın İtiraflar kitabında Tanrı’yla konuşur ona “İnsanı kendin için yarattın, bu yüzden yüreğimiz sende huzur bulana dek huzursuzlukla çalkalanıp duracak” der. İnsanın ne kadar aciz ve yaratıcıya muhtaç olduğuna gönderme yapar. Nasıl Tanrı için en yüce kelimeleri kullanıp onun her şeye gücünün yeteceğine inanıyorsak, insan bunun tersidir. O acizdir, güçsüzdür. İnsan ancak teslimiyetle güçlü hissedebilir. Teslimiyet yalnızca yaratıcıya olmalıdır.
Öyleyse dini Fromm’un Psikanaliz ve Din kitabında yaptığı gibi yetkeci ve insancıl olarak ikiye ayıralım. Yetkeci din otoriter bir iktidar gibidir, özgürlüğün ilkelerini çiğner ve insanı köleleştirir. “Artık tapılan Tanrı değil, onun adına konuştuğunu ileri süren gruptur.” Biz o otoriterin hayalindeki birey ve toplum olmalıyızdır. Dini otoritenin amacına uygun kullanır. Fakat insancıl din vicdanı temel alır ve insanı iç sesine yönlendirir.
Fakat din algımız dün olanla aynı değil ve elbette Tanrıya bakış açımızda.
Tanrı ve insan arasındaki ilişkinin dönüm noktası Tufan olayıdır. İnsanın dünyadaki kötülüğünü görünce pişman olan Tanrı, yarattığı her şeyi yok etmek ister. Kendi yarattığı her şeyi elinde tutan o dur. O ne istiyorsa o olur ve elbette dünyayı yok edebilir. Fakat Nuh Tanrı’dan izin alır ve her varlıktan bir çift alarak yeniden doğuşu başlatır. Tufan bittiğinde ise Tanrı bir söz verir “bundan böyle Dünya’yı yok edecek bir tufan olmayacak”. Tanrı ne olursa olsun Dünya’yı yok etmeyeceğini söyler ve İncil’in ilk maddesiyle öldürmemekle yükümlü kılınır: “Her bir kardeşiniz için hayat istiyorum.”
Artık biliyoruz ki insan bir tufanla öldürülmeyecek. Tanrının bile çiğneyemeyeceği kurallar var. Öyleyse insan Tanrının bile müdahale edemediği yaşama hakkına sahip çıkmalı ve zannettiği kadar güçsüz olmadığını görmeli.
KAYNAKÇA
KİTAP
- Gündüz Vassaf – Cehenneme Övgü İletişim Yayınları (2020)
- Erıch Fromm – Psikanaliz ve Din Say Yayınları (2019)
- PODCAST Serdar Kuzuloğlu – Zihnimin Kıvrımları / 6. Bölüm
