Psikoloji

Psikoloji Bilimi Gelişirken

“Hastalar hücrelerinin duvarlarına zincirlenirdi; demir tasmalarla duvara karşı düz tutulurlardı ve hareket etmelerine çok az izin verilirdi. Kural olarak gece yere uzanamazlardı. Çoğu kez hastanın belinin çevresinde demir yığını ve ek olarak hem ellerinde hem ayaklarında zincirler olurdu. Bu zincirler hastanın kendisini bir kaseden besleyebilmesine yetecek uzunluktaydı ve yemek genellikle yulaf lapasıydı. Hastalar hayvan olarak kabul edilirdi ve kimse, yemeğin iyi ya da kötü olduğuna önem vermezdi.”

(Selling,1940)

Eski bir ahit, bir masal ya da roman kitabı, birinin rüyasını okumadık. Şu an gerçek olsa tüm insanlığın ses çıkaracağı, etik dışı hatta insanlık dışı olan bu satılar bir zamanlar ruh hastalarının gerçekten yaşamış oldukları, gerçek olan yaşanmışlıklar. Ruh hastalıklarının gelişimi ve tedavisi çok yakın bir tarihe kadar kara bir leke olarak ilerledi.

Peki ne oldu da “ruh hastalıkları” diye bir şey ortaya çıktı? İlk kim bunu ortaya attı? Elbette tanıdık bir isim olan Hipokrat. MÖ 5. yüzyılda yaşamış olan Hipokrat, 1700’lerde doktor olanlardan daha insani bir şekilde “tanrıların ruhsal bozuklukları bir ceza olarak yolladı” anlayışını reddederek bu hastalıklarında diğer yaygın hastalıklar gibi tedavi edileceğini düşünmüş. Beyinde bir sıkıntı olmalı ki bu insanlar diğerlerinden farklı davranıyorlar. Dört salgı ve vücut sıvısının ruh sağlığını etkilediğini öne sürmüş. Bu teoriye göre; kan cesaret, kara safra melankoli, sarı safra sinirlilik, balgam ise soğukkanlılığı etkiliyor. Öyle ki Hipokrat’ın hazırladığı iksirler 20. Yüzyıla kadar özgül histerikajanlar olarak yerini aldı.

GELİŞİRKEN

15.yüzyıldayız Dünya’da henüz çok az akıl sağlığı hastaneleri var çünkü Avrupa’yı kasıp kavuran cüzzam hakim. O kadar çok cüzzam hastanesi var ki sadece İskoçya’da sayı 220. Savaşlardan sonra cüzzam hastaneleri yerini akıl hastanelerine bırakıyor. Alıntı Foucault’dan geliyor:
“Deliler cüzzamın yerini doldurmaya başlayacak. Cüzzamlıların yerine deliler gelecek. Ne demek bu? Bedenin korkusu ruhun korkusuna buluşmaya başlayacak. Cüzzam beden üzerine kurulu. Beden merkezli dışlama mekanizmasından ruh merkezli olana.”

Türkiye’de de yaygın olan depo tipi akıl hastaneleri (Elazığ, Bakırköy vs.) “delileri” zincire vurmaya hazırlanacak. Peki sadece hastaneye yatırıp, şok tedavisi ya da insanlık dışı yaşam koşullarıyla mı? Hayır. Amerika’da 1927 yılında kabul edilen kanuna göre ruh hastalarının evlenmesi yasaktı. 45.000 insan Amerika’da zorla kısırlaştırılmıştı.
Öyle ki bu ünlü vaka insanlık dışı muamelenin nasıl insanı bu derece etkilediğine örnek olacak. İsviçre’de 20’li yaşlarda koruyucu aile tarafından akıl hastanesine bırakılan, 80’li yaşlarında ölünceye kadar çok uzun bir süre orada kalan bir kadının hikayesi bu. Evlat edinen aile ruh sağlığı sorunları çıktığı zaman kızı istememeye başlıyor ve hastaneye bırakıp bir daha asla dönmüyor. Kızın ilk hastaneye yattığı zamanlarda yazdığı mektuplarda devamlı olarak “sevgili ailem sizi çok özledim, beni buradan kurtaracağınızı biliyorum” bir başka mektup “sevgili ailem beni buradan kurtarın bana burada köpek gibi davranıyorlar” yazdığı ölümünden sonra bir doktorun, kadının dosyasını incelerken ortaya çıkmış. İşin garip tarafı burası değil. Aynı hastanın ölümünden 20-30 sene önce bir doktorun dosyaya eklediği raporunda “bir köpek gibi havlıyor..tanı şizofreni” dediğini gene aynı doktor okuyor. Acaba bu insanlar gerçekten “deli” miydi? Aralarında gerçekten tedavi edilse düzelecek ama etik dışı koşullar nedeniyle ölüme terk ettiklerimiz var mıydı? Köpek gibi davranıldığı için köpek olmayı içselleştirerek, sevgisizliğini bu şekilde mi yansıttı?

BİR ADIM

Bu insanlık dışı olaylardan sonra ruh hastalıklarına etik çözümler elbette hemen gelmedi. Milgram, Küçük Albert deneyleri ya da lobotomi uygulamaları da tarihe bakınca çok masum değiller. Freud ile başlanıldığı zannedilen psikolojik tedaviler aslında sadece psikanalizin başlangıcı. Davranışçılardan Watson, Throndike gibi isimlerle psikoloji laboratuvarı kuruldu ve deneyler yapılmaya başlandı. Doktorlar, akıl hastanelerinde artık hastalarının sorumluluklarını almaya başladılar.

RUH SAĞLIĞINA DUYULAN İHTİYAÇ

Birinci Dünya Savaşı ardından hızla ihtiyaç duyulan psikoloji alanı bilimsel ve etkin tedavi yöntemleriyle yerini alırken, tanı koyma yöntemleri ise evrenselleşti. Başlarda yalnızca akıl hastanesinde toplumdan uzakta tutmak amaçlanırken zamanla insanları topluma kazandırmak evresine geçildi. Şu an ise sadece hastalık olarak değil hayatımızın birçok alanındaki soruna dair “danışmanlık” alacağımız klinikler mevcut.

Fakat Türkiye dahil 3. sınıf ülkelerinin çoğunda ruh sağlığı hizmeti eşit bir şekilde verilmiyor. Neredeyse her ay intihar haberlerini okuduğumuz gazeteler, istatistiklerde anksiyete ve depresyon eğiliminde birinci oluşumuz, yaş farkı gözetmeksizin insanların bunalım hallerinin olmasına rağmen çoğu insanın tedaviye ve terapiye ulaşımı bulunmuyor. Tüm dünyada, insani bir ihtiyaç olan ruh sağlığının önemi anlaşılmışken umarım ülkemizde de ruh sağlığı merkezleri herkesin eşit bir şekilde ulaşacakları hale getirebilir.

Bir Cevap Yazın