Edebiyat, Sanat

Sahibini Arayan Mektuplar

Ümit Yaşar Oğuzcan, 1961 yılında yirmi beş tane mektup yazdı. Mektupların içeriği bol aşk, yalnızlık, aldanılmışlık, kandırılmışlık, hüzün kokuyordu. Oğuzcan’ın amacı postacı her geçtiğinde sevdiklerinden mektup bekleyen ama o mektuba hiç kavuşamayan o ‘yalnız’ları teselli etmekti ama o yalnızlar kaç kişiydiler? Sen ben iki etti, birkaç daha arkadaş var desek. E o arkadaşların da arkadaşları olsa… Yalnızların cehennemiydi bu dünya. Sevilmeye muhtaç olan, yalnızlığa bir çare arayan o küçük insanların ızdırabıydı. Yirmi beş mektup o insanlara armağan edildi.

Mektupları okuduğunuzda görüyorsunuz ki her mektubun konusu çok tanıdık. Örneğin bir mektupta gecenin doruğunda çıplak kadınları düşünen bir adam var. O bedenleri değerlendirirken zihninde bir anda aşık olduğu kadının bedeni canlanıyor. O bedene olan aşkını, o ruha olan aşkını, o aşka olan aşkını hatırlıyor. Diğer kadınlar siliniyor ve o kadının ızdırabıyla kıvranıyor. Günümüzde çok sık yaşanılan bir durum bu. Diğer bir mektupta ayrılığın getirdiği o korkunç özlem duygusu anlatılıyor. Umut eden insan kavuşmayı bekliyor. Bekledikçe artıyor özlemi, acısı, sancısı… Ve o bekleyişlerin sonuncusu ölüm. Ölüme duyduğumuz o özlemle dört nala gidiyoruz ona doğru. Ne doğru demiş Oğuzcan:

“İşte yaşam maceramız bu. Yaşarken beklemek, beklerken yaşamak ve yaşayıp beklerken ölmek!”

Diğer bir mektupta şehirde yalnızlık anlatılıyor. Kalabalık caddelerde yalnızlığıyla üşüyen bir insan var. Yağmur yağsa iliklerine kadar üşüyen, güneş açsa yalnızlığından utanan bir yalnız. Şehirde artık o sevdiği yokmuş. Sevdiği olmayınca şehirde yaşamanın da anlamı kalmamış. Bir günde dört mevsim yaşanabilirmiş yalnız ve mutsuz olunca. Başka bir mektupta unutamamanın o illet durumu anlatılıyor. Ne kişiyi unutabiliyor ne kalanları. Unutmaya çalıştıkça kanser tümörü misali çoğalıyor ve daha da oturuyor beynine. Bu kez her şeyi hatırlamaya başlıyor, kaçtığı her şey sarıp sarmalıyor kişiyi.

Oğuzcan yalnızların düşündüğünden de fazla olduğunu düşünerek göndermedi bu mektupları. Onları yayınladı ve yirmi beş kişiden fazlasına ulaştı. Mektupları okuduktan sonra şunu düşünüyor insan: “Bu hisleri, durumları, ızdırapları ya ben çektim ya da çeken birinden dinledim. Madem aynı şeyleri yaşıyoruz, aynı cümleleri kendimiz de kuracak kadar benzeriz peki neden birbirimizi anlamıyoruz?” Hepimiz yaşadığımız aşkların, ayrılıkların, yalnızlıkların, hüzünlerin bize özgü olduğunu, en kötü şeylerin bizim başımıza geldiğini ve en mutsuz olanın hep biz olduğunu düşünüyoruz. Oysaki hepimiz aynı şeyleri yaşıyoruz temelinde. Kişiler, süreçler, mekanlar farklı olsa da aynı duygular altındayız. O duygunun sizi öldüreceğini düşünseniz de yaşayacaksınız, yıllardır insanlar yaşıyor.

Ümit Yaşar Oğuzcan, ‘Sahibini Arayan Mektuplar’ın ön sözünde mektupları göndermek yerine yayımlamasının sebebini yazmıştı. Bir amacı vardı yayımlamanın: O kadar da yalnız olmadığınızı fark ettirmek ve yalnızlığınızın çeşitli versiyonlarını okuyarak birbirimizi anlamamızı sağlamak çünkü onu kimse anlamamıştı. Eğer onu anlayan birileri olsaydı ve yardım eli uzatsaydı yirmi dört kez intihar girişiminde bulunmazdı.

Bir Cevap Yazın