Müzik, Sanat

Tek Kişilik Dev Orkestra: Freddie

Freddie Mercury aramızdan ayrılalı yaklaşık 30 yıl oldu. Pek çok kez anıldı, hakkında yazılar yazıldı, eserleri defalarca kulaklarımızda çınladı. Peki neydi Freddie’yi bu kadar özel kılan? Müziğinden ziyade özel hayatıyla ekranlara yansıdı, emeklerinden ziyade seçimleri ve yaşam tarzı ile taşlandı. Pek çok grup onu “queen” olarak tanıdı, sevdi. Freddie dönemin özellikleriyle kıyaslandığında oldukça farklıydı. Toksik maskülenliğe karşı bir tavırla giyindi, süslendi ve kendine has tiplemesiyle herkes için bir ses oldu.

Geçmişine baktığımızda farklı isimlerde gördüğümüz gibi sorunlu bir çocukluk ve sevgisiz bir yetiştirilme tarzı görüyoruz. Aile içi sorunlar ve aile içi dayatmalar, göçmenliğin yarattığı psikoloji ve bedensel deformasyonlar… Çoğumuz için sorun olmayan deformasyonlar kendi söylemlerinden anlaşıldığı üzere onun için hep bir sorun oldu. Dişlekliği hayatının belirli bir dönemine kadar onu toplum içinde yok oluşa sürükleyen bir farklılıkken kendini keşfetme noktasında kabulleniş ile onu bizim bildiğimiz bizim tanıdığımız Freddie olma yolunda ileri taşıdı. Diğer grup üyeleriyle tanışması ve kendisini tanıtırken dişlekliğini bir silah olarak kullanması bazılarını etkiledi ve belki de hâlâ etkilemeye devam ediyor.

“Biraz fazla gösterişli olabiliriz ama müziğimiz kesinlikle büyük bir gürültüden ibaret değil.”

Freddie, kendi dönemi ile değerlendirildiğinde henüz toplumsal cinsiyet eşitliğinin oturmadığı İngiltere ve Avrupa’da bir kesim tarafından feminenliği ile aşağılandı ve eleştirildi. Kendi söylemlerinden yine şunu anlıyoruz ki başlangıçta bu onu hep rahatsız etti. Grup bilinci oturmuş bir müzik anlayışında sadece kendisinin topa tutulması, başkalarındansa bütün ilginin kendi üzerinde olması onu oldukça üzdü ve bu durum solo çalışmalarına devam etmesinde ön ayak oldu. Sanatçılar sanatlarıyla anılmalı. Bu nedenle Freddie’nin özel hayatı, tercihleri, yönelimleri veyahut aile sorunları bizim bugünkü konumuz değil.

İnişlerle çıkışlarla bir yerlere varma mücadelesi her seferinde daha da can yakıcı hale gelebiliyor. Bazı kişilikler bu dönemlerde -fiziksel anlamda bizimle olamasalar da- kalkacak, yürüyecek ve koşacak gücü bize verebilir. Dolambaçlı hayatlar ve dolambaçlı yollar bazen önünü göremediğimiz yokuşlara bizi sürükleyebilir fakat sürüklenmenin aldığı güç, her ayağa kalkışta bizi bir adım daha ileri atacak kudreti de sunabilir. Freddie, inişli çıkışlı kariyeri ve özel hayatı -her ne kadar özel hayatına göre etiketlenmesini etik açıdan eleştirsem de- ile hep dolambaçlı yollarda süründü ama onu özel yapan ve başardığı en önemli şey satış rekorları kıran albümleri veyahut maddi gücü değil kendi kişiliğini oluşturması oldu. Kabul etmediği veya ona dayatılan ne varsa tutup kopardı, söküp attı. İsminden kişiliğine kadar olmak istemediği her şey olmak istenilen olma yolunda bir süre paslandı, kullanıldı ama yolun sonunda “olunmak istenilen” olundu. Hepimiz aynı zindanlar içerisinde aynı kimlik mücadelesini verirken zaman zaman toplum baskısı ya da aile baskısı ile mücadele ediyor, kendi benliğimizin iplerini ellerimize alıyor ve mücadeleye devam ediyoruz. Bu mücadele tabii ki kimi zaman düşüşleri de beraberinde getiriyor ama kalkmak da bizim elimizde.

Her bir duygu -kahır, aşk, sevgi, utanç, kıskançlık ve öfke- en nihayetinde hâlâ duygular ve biri birinden güçlü ya da biri birinden eksik değil. Tüm duygular hissedilmeyi talep eder, her biri seni iter. Bir diğer değişle her biri ruhun canlılığını kamçılar.

Benim de katıldığım üzere kimi insanlar, sanatçıların duygularını aktarabilen kişiler olduğunu ve aktarılan duyguların yoğunluğuna göre kendilerine dinleyiciler tarafından değer biçildiğini söylemekte. Velhasıl Freddie bunu başardı, Amy bunu başardı, Kurt bunu başardı ve kaç yıl geçerse geçsin mirasları onların başarılarını devam ettiriyor. Freddie başardı, evet başardığında yolun sonuna yakındı ama bambaşka biri olarak başladığı yolu yine bambaşka biri olarak bitirdi. Onun da dediği gibi “The show must go on!”

Bir Cevap Yazın