Deneme, Fikir

Varoluş Sancısı



Doğumumuzla birlikte ölene dek sürecek bir var olma sürecinin içerisinde buluruz kendimizi. Bazılarımız kendi sınırlarını daha küçük yaşlardayken net çekerken bazılarımız belli bir yaşa gelse bile bu sınırları çekmekte zorlanabiliyor. Bazen bu sınırları kendimiz oluşturuyoruz, bazen ebeveynlerimiz oluşturuyor bazen de toplum. Ama daima bir çerçevenin içinde var olmaya devam ediyoruz.

Sürecin içerisine “farkındalık” dahil olduğu anda var olma süreci, çoğu zaman çetrefilli bir hal alıyor. Farkındalık beraberinde farklılık arzusunu getiriyor çünkü. Bulunduğumuz çerçeveyi değiştirmek, dönüştürmek, konfor alanının dışına çıkarak farklı yerlerde, farklı anlarda bulunmak istiyoruz. Her konuda olduğu gibi burada da dozajı iyi ayarlamak gerekiyor. Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar kitabında bu konuyla ilgili şöyle bir cümlesi var: “Fazla bilinçli olmak bir hastalıktır. Gerçek, tam bir hastalıktır. Sıradan bir bilinç, insan yaşamı için fazlasıyla yeterlidir.” Dostoyevski’ye katılıyor ve ekliyorum, sahiden de fazla bilinçli ve farkındalık sahibi olmak, insanın kendi yaşamını karmaşıklaştırabiliyor. Çünkü bunu bazen aşırıya kaçırdığımızda, gün içerisinde onlarca zorlukla karşılaşırken bunlara bir yenisini daha eklemiş oluyoruz. Silsile halinde de devam eden bir durumun içerisinde bulabiliyoruz kendimizi. Her bir adım başka bir yere götürdüğü için, süreç, süreklilik kazanıyor.

Farkındalık haricinde bir de hayatın kendi akışını da bu sürece dahil etmek gerekiyor. Hepimizin önüne dönem dönem farklı engeller, taşlar çıkıyor. Dolayısıyla herkesin var oluş sancısının niteliği ve yoğunluğu da aynı olmuyor. Açıkçası ben, hayatın herkese adil davranmadığını düşünenlerdenim. Asıl mesele de burada başlıyor. Fakat şunu da eklemek isterim, herkes hayatının bir bölümünde elbette var oluş sancısı çekiyor. Fakat kendi varoluşunu anlamlandırmaya çalışan ve bu hengame içerisinde çabalayan insanların daha zor yollardan, daha sıkıntılı süreçlerden geçtiğini düşünüyorum. Herkesin imtihanı aynı olmadığı gibi, mücadelesinin yoğunluğu da aynı olmuyor. Sürecin içerisine hayatın akışının yanı sıra toplum, aile, akrabalar, arkadaşlar da eklenince yolculuk ya rahmet çizgisinde ilerliyor ya da zahmet. Bu kadar keskin bir ayrım yapmak ne kadar doğru bilemiyorum ama bazen hayatımızdaki bazı aktörlerin konumları değişmez olabiliyor. Dikkat çekmek istediğim nokta, biraz da burası aslında.

Sonuç olarak, varoluş koşusunda herkesin önünde aşması gereken bambaşka engeller var, bunu unutmamamız gerektiğini düşünüyorum. Kimin nelerle mücadele etmek zorunda kaldığından her zaman haberdar ol(a)mayabiliyoruz. Dolayısıyla burada empati de oldukça önemli.
Kimseyi kendi yerimize koymadan yargılamamanın, ikili ilişkilerde kilit bir rolü olduğunu düşünüyorum.

Okuyan herkese varoluş sürecinde başarılar dilerim.

Bir Cevap Yazın