Yaşam ve Ölüm arasında: Sabahtan Akşama – Jon Fosse
Nobel ödüllü yazar Jon Fosse tarafından kaleme alınan Sabahtan Akşama isimli kitabı okumak, bu kadar kısa bir kitabın ne kadar etkileyici olabileceğini yeniden fark etmemi sağladı. Monokl Edebiyat tarafından çıkartılan kitabın çevirmenliğini Deniz Canefe yapmış. 101 sayfalık bu kitap bir hayatı içerisinde barındıracak kadar derin…
Johhannes ayakta durmuş tepelere, çayırlara, kayalıklara, evlere bakıyordu, iskeleye, kıyı şamandırasına bağlı kendi küçük kayığına, iskeledeki ambarlara bakıyordu, yol boyunca uzanan evleri, kulübeleri gördü, bütün bunlar karşısında yoğun duygulara kapıldı, çünkü çayırlar ve geri kalanlar, bildiği ne varsa, onun bu dünyadaki yeriydi, onundu hepsi, tüm o tepeler, ambarlar, kıyıdaki kayalar ve onları bir daha hiç böyle göremeyeceği duygusuna kapıldı, ama içinde kalacaklardı, kendisi olarak, bir ses olarak, evet, neredeyse bir ses olarak içimde kalacak, diye düşündü Johannes, ellerini kaldırıp gözlerini ovuşturdu, hepsinin ötesinde gökyüzünde, her bir duvarda, her bir taşta, her şeyde bir pırıltı vardı, tüm tekneler parlıyordu ve artık anlamıyordu Johannes, bugün hiçbir şey eskisi gibi değildi, bir başkalık vardı, ama ne olabilir bu, diye düşünen Johannes anlayamıyordu
Jon Fosse

Fosse, yaşam ve ölüm arasındaki uzun ama meşakkatli yolun aslında abartıldığı kadar olmadığını anlatırken “İnsanlar gider geriye eşyalar kalırdı diyor”
Bazı romanlar için tek nefeste okuyabilirsiniz denilir. Bu da öyle bir roman. Romanda hiç nokta kullanılmaması ilk dikkatimi çeken şeylerden biri oldu. Nerede duracağınızı bilmediğiniz için kitabı okumaya devam ediyor, devam ederken de bir bakıyorsunuz kitap bitmiş kalbinizde ince bir sızı bırakmış.
Melankolinin ağır bastığı kitapta Johannes adlı ana kahramanın doğumuna ve ölümüne tanık oluyoruz. İki bölümden oluşan kitap Johannes’in doğumuyla başlıyor. “Şimdi içeride küçük oğlu Johannes yaşama gözlerini açıyordu, küçük Johannes, oğlu, bu dünyaya gelecekyi, kişinin yaşamının en büyük acılarından biri buydu belki, annesinin korunaklı rahminden çıkıp bu dünyada kendi yaşamına başlamak, çünkü içeride her şey Tanrı’nın iyiliğiyle uyumluydu, dışarıdaysa ya bir Tanrı ya bir Şeytan…”
İlk bölümde Johannes’in doğumunu heyacanla bekleyen babası Olai ile karşılaşıyoruz; yaşamı, doğumu, Tanrı’yı ve insana dair birçok şeyi sorguluyor Olai. Bir anlamın peşinden koşuyor, sorguluyor…
Kitabın ikinci bölümünde ise doğumuna tanık olduğumuz Johannes’in artık hayatındaki son anları izliyoruz. Hayat arkadaşı Erna çoktan ölmüş, çocukları kendilerine yeni hayatlar kurmuştur. “Erna şu leğeni ne çok kullanırdı, çamaşır makinesinden önce ne çok çamaşır yıkamıştı bunlarda, evet, az değildi, şimdi Erna göçeli çok oluyordu, leğenlerse buradaydı, evet, işte böyleydi, insanlar gider, geriye eşyalar kalırdı…”

2023 Nobel Edebiyat Ödülü Sahibi Jon Fosse hakkında detaylı bilgi almak için son yazımızı inceleyin
Hayat rutinine devam etmeye çalışan Johannes’in aslında sabah yataktan kalkmadan öldüğünü öğreniyoruz kitabın sonunda. Yaşadığı o gün aslında hayattan kopuşunu kolaylaştırmak içindir.
Kitabın dili oldukça sakin ve yalındı. Nokta kullanılmaması okumayı kolaylaştırsa da kimi zaman sıkıcılığın oluşmasına neden olmuş. Doğum ve ölüm temalarının işlenişini oldukça sevdim. Fosse bizi ölümün korkutuculuğundan uzaklaştırarak sakin ve huzurlu bir ölümle baş başa bırakmış. Bu kısa romanda Fosse yaşam ve ölüm arasındaki bağı ince işçilikle okurlarına sunuyor.