Edebiyat, Kitap, Sanat, Yazar/Şair

Burjuvaziye ve Çağın Tutsak İnsanına Bir Başkaldırı – Bozkırkurdu Üzerine İnceleme

Belki tümüyle insan yaşamı ciddi bir yanılgıdan öte bir şey değildir, ilk ana’nın ölü doğmuş çocuğudur, doğanın başarısız kalmış çılgınca ve dehşet verici bir denemesidir.

s.43

(Yalnızca Kaçıklar İçin!)

Giriş

Kimi yazarlar vardır, yaşamıyla yazın dünyası arasında sıkı bir bağ kurar. Bu bağ kimi zaman öyle kuvvetlidir ki yazar kendi hayatını yazıya dökerken örtük bağlamlarla, psikanalitik imgelerle ve salt acılarla bezer eserini. İşte bu sebepten, yarı otobiyografik sayılan ve içerdiği anlam yoğunluğu ile bilinçaltının derin izlerini taşıyan romanları anlamak ve yazarın ilmek ilmek dokuduğu hayat satırlarının sırrına vakıf olmak için yazarın yaşamına geniş bir pencere açmak gerekir. Kısacası kurmaca ormanlarında bir gezintiye çıkmak için o yazarla birlikte yürünmelidir. Tıpkı Dostoyevski, Sartre, Bulgakov gibi Hermann Hesse’de bu özellikte bir dehadır ve başyapıtı olan Bozkırkurdu (der Steppenwolf) da bu nitelikte bir edebî şaheserdir.

Hesse’yi ve onun düşünce dünyasını anlamak için belki tüm varoluşun gerçekleştiği o kozmik boyuta ve o boyutun insanlığın kollektif bilinçaltındaki izdüşümüne gitmek gerekir. Hesse’nin soluk aldığı ortam orasıdır.

Yıldız Ecevit, 1994

Hermann Hesse’nin Yaşamına Kısa Bir Bakış

bozkırkurdu

Alman Edebiyatı içerisinde Yeni Romantizmin en büyük temsilcisi olarak kabul edilen Hermann Hesse (1877-1962); doğa, Hint felsefesi ve doğu mistisizmiyle insanoğlunun kollektif bilinçaltını ve kişinin psikanalitik imgelerini birleştirerek Alman edebiyatında avangart bir dönüşüm yaratmıştır. Bu dönüşüme Hesse’nin öz yaşamının katkısı büyüktür. Almanya’nın Calw kentinde dünyaya gelen Hesse, babasının misyoner olmasından dolayı katı bir Hristiyan ruhu ile yetişmiş ve Hint felsefesinin hâkim olduğu bir ortam içerisinde büyümüştür. Buda, Laotse ve İncil’in bir arada var olduğu, uzak ülkelerin gizini içinde barındıran fantastik öykülerin bir arada yaşadığı bir aile ortamıdır bu. En nihayetinde Hesse bizzat yaptığı Doğu gezileriyle beraber doğa ve ruh kavramlarını kendine cennet bilmiş ve Avrupa’nın bu cenneti çoktan yitirmiş olduğuna içerlemiştir. Yaşadığı bu yetişme dönemi ve daha sonrasında I. Dünya Savaşı’nın getirdiği yıkım ile Hesse psikolojisinde bazı değişimler yaşamıştır. Yaşadığı çağa tümüyle karşı ve yabancı olan Hesse, Jung’un öğrencisi Lang’dan psikanaliz tedavisi gördükten sonra hayatını tümüyle sorgulamaya başlar. Bu 60 seanslık psikanaliz tedavisi parçalanmış ben’in yeniden bir birliğini yakalama çabasıdır. Psikanalizle tanışma Hesse’de yeni ufuklar açar ve psikanaliz yönteminden öğrendiklerini edebiyat alanına taşır.

Taşınmamızın üstünden tam iki yıl geçmemişti ki dünya savaşı patladı, benim için, bu özgürlüğümün ve bağımsızlığımın bozulması demekti; beni bütün düşünce tarzımı ve işimi yeniden kurmaya zorlayan o büyük ahlak krizi savaşla geldi. En küçüğümüzün, üçüncü oğlumuzun yıllar süren ağır hastalığı, karımın ruh hastalığının ilk haberleri aynı zamanda geldi.

Hermann Hesse, 1931

İçinde yaşadığı topluma bilinçli olarak belli bir mesafeden bakan Hesse, çağın getirmiş olduğu zorunlu yaşam biçimlerine hep alaycı bir şekilde yaklaşır. Kendisini bilinçli olarak bu toplumdan ayıran yazar, bunun temeline, o Uzak Doğulu el değmemişliği koyar. Politikanın, dayatılan zorunlu yaşam biçiminin, yaşamı çirkinleştiren başlıca etmenler olduğunun farkındadır. İşte Bozkırkurdu da Hesse’nin savaşa, teknolojiye, savaş sonrası toplumun Amerikanlaşma eğilimlerine bir tepki niteliğindeki itirazlarının açıkça yer aldığı, toplum eleştirisinin en yoğun görüldüğü eseridir.

Bozkırkurdu’nun Oluşum Katmanları

Bozkırkurdu

Böylesine derinlikli bir romanın tümüyle incelenmesinin oldukça zor olduğunun farkındayız. Fakat takip etmeyi ve özümsemeyi kolaylaştırmak için ilk önce Bozkırkurdu’nun katmanlarından ve onun alegorik değerinden bahsetmemiz gerekir. Roman “kurt” alegorisi üzerine inşa edilmiştir. Hesse yaşadığı çekişmeleri insanın içerisindeki bölünmüş ben’likleri ve hayvan/insan çatışmasını “kurt” imgesiyle bize sunmuştur (Bu konuya daha sonra değineceğiz). Roman üç farklı anlatıcı ile yazılmıştır. İlk bölüm olan “Yayıncının Önsözü” adlı bölümde ben anlatıcı ile üst kurmaca tekniğiyle romanın açıldığını görüyoruz. Bu bölüm şehre bir yabancı olarak gelen ve bir oda kiralamak isteyen Harry Haller adındaki şahsı ilk defa gören ev sahibinin yeğeni tarafından anlatılmaktadır.  Ve bölümün sonunda Harry Haller’in notları bulunur. İkinci bölümde Harry Haller’in yani kendisinin sık kullandığı bir nitelemeyle “Bozkırkurdu”nun notlarını okuyoruz. Bu bölümde Bozkırkurdu’nun ağzından, insanın iç dünyasına uzun bir yolculuk vardır. Üçüncü bölüm ise Bozkırkurdu’nun sokakta bulduğu “Bozkırkurdu Üzerine Bir İnceleme (Yalnızca Kaçıklar İçin)” adlı metnin okunduğu bölümdür. Hesse’nin romanını üç farklı katman üzerine inşa etmesi ve her bir katmanda farklı imgeler ve yöntemlerle Bozkırkurdu’nun iç dünyasını bize betimlemesi romanın sahip olduğu derinliğin ve anlam yoğunluğunun güçlü bir ispatı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Yabancı Bir Gözden Bozkırkurdu

“Bu kitap kendisinin sık kullandığı bir nitelemeye dayanarak “Bozkırkurdu” adını verdiğimiz bir adamdan bize kalmış notları içeriyor.” cümlesiyle başlıyor ilk bölüm. Harry Haller’in, oda kiraladığı ev sahibinin yeğeni anlatıcı konumda. Bozkırkurdu burada, yaklaşık elli yaşlarında, temiz ama özensiz giyinen, oldukça yalnız ve insanlardan kaçan biri olarak tanımlanıyor ilk olarak. Aslında bu bölüm “Harry Haller’in Notları” bölümüne bir hazırlık olarak Bozkırkurdu’nu okuyucuya tanıtmak amaçlı yazılmış ve çok ciddi tespitlerde bulunan bir bölüm olmuştur.

Şimdiye kadar kimsede rastlamadığım bir ölçüde insanlardan kaçan biriydi, bazen kendisi için kullandığı isimle gerçekten bir bozkırkurduydu, benimkinden değişik bir dünyadan çıkıp gelmiş bir yabancı, vahşi, ürkek, hatta çok ürkek bir yaratıktı.

s.7

Bozkırkurdu’nun ilk alaycı bakışı bu karşılaşmada göze çarpıyor. Kiralayacağı oda için pencereleri, dolapları, merdivenler incelerken her şeyi beğenmiş ancak yine de gülünç bulmuş gibi bir hali olduğunu söyler anlatıcı. Odayı kiralarken oldukça hoşnut ve kibar ama bir yandan da tümüyle ilgisiz ve olayların dâhilinde olmayan, tüm bunları komik bulan biri gibidir: İşte Bozkırkurdu’nun ilk kişilik bölünmesi, ben’liğindeki ilk parçalanma, içerisindeki yarı kurt/hayvan ve yarı insanın ilk çatışması. Daha sonra anlatıcı, Harry Haller ile tanışmak maksadıyla onu zorla profesörlerin konuşma yapacağı bir konferansa davet eder. Profesörlerin şatafatlı giysileriyle, kasıntı hareketlerini gören, konuşmalarının başında dinleyicilere gönül okşayıcı birkaç sözünü ve kalabalık geldikleri için dinleyicilere sundukları teşekkürlerini duyan Bozkırkurdu, anlatıcımıza dönüp şöyle bir bakar.

Konuşmacının sözlerini ve bütün şahsını eleştiren bir bakıştı bu, doğrusu unutulmayacak korkunç bir bakış… Bozkırkurdu’nun bakışı çağımızın, çağımızdaki bütün o yapmacık işgüzarlıkların, bencil, açgözlü çabaların, kendini beğenmiş, sığ entelektüelliğin yüzeysel oyununun içine sızıyordu.

s.12

Bozkırkurdu’nda bir çeşit akıl hastalığının olduğunu düşünen anlatıcı, bu yabancının çektiği acıların kaynağının doğasındaki bir kusurdan değil birbirine uyum sağlayamamış yetenek ve güçlerin zenginliğinden geldiğini söylemektedir. Harry Haller’in acı çekmekte olan bir dahi olduğunu düşünür ve onun bu halinin Nietzsche’in bazı özdeyişlerini doğrular nitelikte olduğunu fark eder. Bozkırkurdu, ev sahibinin yeğenine Nietszche’den bazı alıntılar okur: “Gerçekte çekilen acılardan gurur duymak gerekir, her acı bize yüksek bir aşamada bulunduğumuzu anımsatır.” Nitekim Hesse’nin anılarında ve notlarında da çokça Nietszche hakkında yazılar olduğunu biliyoruz. Yazar Hermann Hesse, Zerdüşt yapıtını Nietzsche’nin izinde gerçek insana ya da üst insana giden yol üzerinde bir başka durak olarak tanımlar.

Bu yolda burjuva kültürüne yer yoktur. Burada genetikle bütünleşir yazgı kavramı. Bir açıdan bakıldığında insanın ‘karakter’i, özde onun ‘yazgı’sıdır. Karakter ise, ‘genler’e gelen özellikler üzerine biçimlenir. Yazgılarını olduğu gibi kabul edip, en karanlık yazgıyı bile sevmeyi öğütler gençlere. Amacı yazgıyı ‘ben’e dönüştürmektir. Zerdüşt’ün tüm bilgeliği budur…

Hesse, Gesammelte Werke, Bd.10 Çev. Yıldız Ecevit
Bozkırkurdu

Anlatıcı Bozkırkurdu’nun düşün ve kitap adamı olduğunu çok geçmeden kavramaktadır. Gündüzleri uzun süre yataktan çıkmayan, duvarlarında tablolar ve resimlerin asılı olduğu, odasında çeşit çeşit içki şişeleri, yoğun puro dumanı ve her yana dağılmış bir yığın kitapların bulunduğu bir dizi gözlem ile okuyucuya sunuluyor. Ayrıca duvarında asılı olan Gandhi portresi de onun Hint felsefesine karşı olan ilgisinin bir yansımasıdır. Kitaplar arasında Dostoyevski, Goethe gibi Hermann Hesse’nin de en çok etkilendiği isimler göze çarpmaktadır. Bu bölümde son olarak anlatıcımız ev sahibinin yeğeni, Harry Haller’in hastalığını tanımlar. Onun hastalığı tek bir kişide rastlanan bir garabet değil, doğrudan çağın hastalığıdır. Haller’in içinde yer aldığı kuşağın saplantısıdır. Bunun gibi bir saplantının güçsüz ve yetersiz kişilerde değil tam tersine güçlü, aydın ve yetenekli kişilerde rastlanılır. “Öyle çağlar vardır ki, bütün bir kuşağın insanları iki çağ, iki ayrı yaşam üslubu arasında sıkışıp kalır, her türlü doğallık, her türlü gelenek ve görenek, her türlü korunmuşluk ve suçsuzluk duygusu çıkıp gider elden.” Acaba çağımızın en büyük sorunu olarak görülen bu arada kalmışlık, bir zorunluluk olgusu olarak tüm insanlığın tüm çağlarda yaşadığı bir problem olabilir mi?

Harry Haller’in Bozkırkurdu Notları

Bu bölümde artık Bozkırkurdu’nun notlarını okuyoruz. İlk satırlardan itibaren yoğun bir melankoli ve intihar hissi çarpıyor suratımıza. Haller’in fiziksel çektiği acılara tanık oluyoruz. Bugün biliyoruz ki yazar Hermann Hesse’de tıpkı yarattığı Haller gibi yoğun fiziksel acılar çekmekteydi ve eklemlerindeki bu ağrıları kaplıcalara giderek hafifletmeye çalışmaktaydı (Kaplıcada Bir Konuk, Hesse’nin konuyla ilintili olan eseri). Nietzsche gibi Hesse’nin de çektiği bu fiziksel acılar düşünce dünyasına yansımıştır. Bozkırkurdu işte böyle bir fikrin tezahürü olarak kendi ağzından iç dünyasını betimlenmeye devam ediyor. Bozkırkurdu yaşadığı mekanı hem beğenir hem de ona tiksinti duyar. İşte tam burada burjuva dünyasına bir eleştiri getirir. “Ne yazık, yaşadığımız bu hayatın içinde, halinden öylesine memnun, öylesine küçük burjuva havası esen, öylesine ruhsuz bu zamanın ortasında, bu mimari yapılarının, bu mağazaların, bu politikanın, bu insanların manzarası karşısında altından yolu ele geçirmek öylesine zor ki!” der Bozkırkurdu ve karşımıza ilk defa kurt alegorisi ile çıkar.

Ve doğrusu dünya haklıysa, kafeteryalardaki bu insanlar haklıysalar, o zaman ben haksızım demektir, o zaman bozkırkurduyum, yolunu şaşırıp yabancı ve anlaşılmaz bir dünyada gözünü açan bir hayvanım, eski vatanının havası ve yiyeceği elinden gitmiş bir hayvan.

s.30

Birtakım acılar ve serzenişler eşliğinde kendini sokaklara atan Bozkırkurdu ışıklı reklam panolarıyla yanıp sönen sihirli bir tiyatronun reklamını görür “Sihirli tiyatro, herkes giremez, herkes için değil, yalnızca kaçıklar için!”. Sihirli Tiyatro, Alice Harikalar Diyarında Alice’in izlediği tavşana benzer. O tavşanı takip edip o kovuğa girdikten sonra kahramanı tümüyle farklı bir gerçeklikler beklemektedir. Hesse’nin burada Alice’e göndermede bulunduğunu ve “eşik arketipi”ni kullandığını saptıyoruz. Kapıları zorlar ama o an için tiyatroya giremez. Haller daha sonra sırtında tiyatro pankartını taşıyan adamı görür. Dur ikazlarına uymayan ve umarsızca yürüyen tiyatrocu “Herkes için değil!” diyerek Haller’i geri çevirir ancak Bozkırkurdu’nun ısrarlarına karşılık ona bir kitapçık verir.

Bozkırkurdu Üzerine İnceleme

Romanın bu bölümünde Haller’in eline tutuşturulan kitapçık yer almaktadır. “Bozkırkurdu Üzerine İnceleme” başlıklı yazı çok güçlü ve derin bir felsefi metin olarak karşımıza çıkar. “Bir zamanlar Bozkırkurdu takma adıyla Harry isminde biri vardı.” cümlesiyle, fantastik bir yazının geleceğinin habercisi olan kitapçık, kahramanımız Harry Haller’in dünyasına dair tespitleri sıralar. Bozkırkurdu’nun biri kurt, biri insan, iki kişiliğinin olduğu yazar kitapçıkta. Diğer insanlarda da bu durumun gözüktüğünü belir ve o insanların insan/tilki, insan/balık gibi iki farklı ruhta uyum içinde yaşadığı söylenir. Fakat Harry’de durum farklıdır kurt ve insan yan yana yaşamıyor ve birbirlerine asla yardım eli uzatmıyordur.

Diyelim ki insan kimliğinde Harry’nin parlak bir düşünce geldi aklına ya da gönlünde ince ve soylu bir duygu uyandı ya da iyi bir iş yapacak oldu, içindeki kurt hemen dişlerini gösterip sırıtıyor, onun sergilediği soylu tiyatronun bir bozkır hayvanında, yani bir kurtta ne kadar gülünç kaçtığını acı acı alay ederek belirtiyordu.

s.41
Bozkırkurdu

Harry’nin yaşadığı bu ikililik; insancıl davranışlarda kurdun pusuya yatıp, dişlerini gösterip insanı alaya almasıyla, hayvansıl davranışlarda ise insanın kurda canavar diyerek ona hayatı zehir etmesiyle son buluyordu. Aslında her şey burada olduğu gibi bir ikililiği içinde barındırmaz mı zaten? Anne ve baba, tanrısal ve şeytansal, mutluluk ve acı çekme yeteneği ve Harry’deki gibi insan ve kurt. Kitapçık açıklamaya devam eder bu gibi insanlar arasında oluşmuş tehlikeli ve korkunç düşünceye göre, “belki tümüyle insan yaşamı ciddi bir yanılgıdan öte bir şey değildir, ilk ana’nın ölü doğmuş çocuğudur, doğanın başarısız kalmış çılgınca ve dehşet verici bir denemesidir”. Yazının devamında Bozkırkurdu’ndan daha fazla kimsenin bağımsızlığa gereksinim duyamayacağı anlatılır. Bozkırkurdu asla kendini para için, rahat yaşam için satmamış, asla kadınlara ya da güç sahiplerine kendini peşkeş çekmemişti; özgürlüğünü koruyabilmek adına çıkarlarına ve mutluluğa yüzlerce kez sırt çevirmiştir. Bozkırkurdu’nun korumaya çalıştığı bu yüksek bağımsızlık onun yalnız kalmasıyla sonuçlanmıştır. Bu Bozkırkurdu’nun yaşamının en belirleyici özelliğidir. Bu nedenle Bozkırkurdu tümüyle burjuva hayatının dışında bulunmaktaydı. Ne bir aile yaşamı vardı ne de düzenli bir hayatı, ne de toplumsal bir hırsı vardı. Burjuvadan nefret ediyordu. Ama bir yandan da tam bir burjuva özelliklerine sahipti; bankada parası vardı, şık giyiniyordu. Böylece varlığının bir yarısıyla savaştığı şeyi öbür yarısıyla benimsiyordu.

Güç insanını güç yıkar, para insanını para; köle ruhlu insanı başkalarına kulluk etme, zevk insanını zevk çökertir. Bozkırkurdu’nu da bağımsızlığı yıkmıştı.

s.45

Bozkırkurdu’nun ruhunu daha derinlemesine incelersek onun neden burjuvazi karşıtı bir insan olduğunu anlarız. Öncelikle onun yüksek düzeye çıkarılmış bireyselleşmesi ben’i karşısına alır ve onu yok etmeye yönelir. Fakat Bozkırkurdu ermişlik ve zevkperestlik doğrusunda güçlü dürtüleri içinde barındırmasına rağmen zayıflık ve tembellik nedeniyle özgür ve vahşi uzaydan içeri atılımını gerçekleştiremez ve burjuvazinin anaç yıldızına zincirlenmiş halde kalır. “İşte  size Bozkırkurdu’nun dünyadaki konumu, işte onun bağımlılığı.” Burjuvaziye bir parantez açmışken kitapçıkta belirtilen bazı noktalara da değinmek gerekir. Özellikle burjuvazinin insanın kişilik diye nitelendirdiği şeye göz yumar fakat onu devlet denen “doymak bilmezin” eline teslim eder ve her ikisini birbirine karşı koz olarak kullanır. Bu nedenle burjuvazinin sonradan uğruna anıtlar dikeceği kimseleri kâfir olarak ilan etmesinin altında bu yatmaktadır.

Bu noktada Hermann Hesse’ye bir parantez açmak gerekir. Hesse’yi “kişisel ruhtan soyutlanmış kolektif insan” ürkütüyordu. Hesse yaşadığı dönemde bireyin sözcüsüydü. Dünyanın, ideolojiler ve devrimler aracılığıyla değil, birey aracılığıyla, insanın “gerçek insan’a” –üstinsana- evrimleşmesiyle düzeleceğine inanıyordu. 10.01.1954 tarihli mektubunda, “Marx dünyayı değiştirmek istiyor, bense yalnız başına insanı… Marx kitelelere sesleniyor, bense bireye” derken anlatmak istediği buydu. Adol Muschg’un da dediği gibi Hesse tam bir “apolitik militan”dı. İnceleme kitapçığı son bulduğunda kahramanımız Bozkırkurdu derin bir intihar düşüncesiyle çalkalanıp bunalıma girmektedir.

Bozkırkurdu

Burada bunalımlarının sebepleri olarak içinde yaşadığı ben’in üzerinde oynana oyunlar ve elbetteki burjuvaziye duyduğu özlem gelir. Özlem aile ile bütünleşmiştir. Bozkırkurdu o sıcak aile ortamını aramaktadır. Fakat dikkat edilmesi gereken nokta tıpkı Bozkırkurdu’nun belirttiği gibi Hermann Hesse’nin de notlarında karısının akıl hastalığından ve bu aile ortamının onu ne denli yıprattığından bahsedilir. Romanda da Bozkırkurdu’nun yalnızlığı böyle başlıyor. “…sevgisizliğin ve umarsızlığın boş, ıssız cehennemini yaşadım.” diye bahsediyor bu durumdan Haller. Eline usturayı alıyor fakat kendini dışarı atıyor. İntihardan kurtulmak için sokaklarda delicesine yürüyor. Tam bu sırada hayatını kökünden değiştirecek bir kişiyle karşılaşıyor Bozkırkurdu: Hermine. Hermine ismi bildiğimiz gibi Hermann isminin bozulmuş ve dişil hale gelmiş halidir. Hermann Hesse’nin Harry Haller ile baş harfleri bakımından aynı olduğunu ve yazarın bu yarı otobiyografik romanı oluştururken bu şekilde birçok göndermelerde bulunduğunu biliyoruz. Bu noktada Hermann’ın dişil hali olan Hermine kelimesiyle aslında karakterlerin karşıt durumda olduğu anlatılmaktadır. Harry Haller’in aksine Hermine basit şeylerden zevk alan ve bunun sonucunda da müzik, dans gibi eğlenceler peşinde koşan ve hayatı bu şekilde kucaklayan biridir. Kahramanımız Haller eve dönemez ve intiharın peşinde kovalamaca oynarken, Hermine zıt karakter olarak ona hayatın daha basit halini öğretmek ve basit mutluluklarla hayata sarılmayı göstermek ister.

“Sana dans etmeyi, oyun oynamayı ve gülümsemeyi öğreteceğim. Ben de senden düşünmeyi ve bilmeyi, ama yine de halimden memnun olmamayı öğreneceğim. Her ikimiz de şeytanın çocuklarıyız farkında mısın? Doğru, öyleyiz, şeytan us’tur, onun bahtsız çocukları da bizleriz. Doğadan koptuk, boşlukta asılı kaldık.”

s.115

Hermine ve Hermine’nin arkadaşları ile birlikte müzik ve dans eşliğinde bir hayat sürmeye çabalayan Bozkırkurdu bir an için kendini basit burjuvazi zevklerine kaptırır. Bu karşılaşmanın elbette ki böyle devam etmediğini bildirmemiz gerek. Bozkırkurdu, Hermine’nin davet ettiği bir kostümlü baloda eline tutuşturulan kâğıtla beraber adeta “oynatıcısının elinden kayıp kurtulan bir kukla gibi kısa süreli kaskatı bir ölümün ve aptallığın” ardından kendine gelir. Kâğıtta, kahramanımızın romanın başında görüp giremediği “Sihirli Tiyatro”nun yapılacağının haberi vardır. Sabaha karşı balo biter; Bozkırkurdu, Hermine ve Pablo Sihirli Tiyatro için bir odanın içinde toplanır. Pablo hazırladığı birtakım içkiler ve sigaralar yardımıyla Sihirli Tiyatro’nun kapılarını aralar. Burada daha önceden de bahsettiğimiz gibi Alice Harikalar Diyarı’ndaki tavşan kovuğu ve o eşiği geçen sıradan insanın bir değişime uğrayarak umulmadık bir dünya içinde kendini bulması arketipiyle karşılaşırız. İçtiklerinin etkisiyle çeşitli esrimeler ve halüsinasyonlar hali içine giren kahramanlarımız “Sihirli Tiyatro” alegorisiyle zihinlerindeki bir gösteriye adım atmış olur.

Artık, her bir kapı ardında farklı bir dünya olan bir zihin tiyatrosundadırlar. “Bütün kızlar senindir! Delikten atılacak para: Bir Mark”, “Haydi neşeli ava! Otomobil avlamaya”, “Kamasutra/Hint aşk sanatı/Acemiler için kurs: Sevişmede 42 değişik yöntem”, “Zevkli intihar! Gülmekten kırılacaksın” gibi çeşitli kapılar aslında kahramanımız Bozkırkurdu’nun ve en nihayetinde yazar Hermann Hesse’nin bilinçaltından ve psikanalitik imgelerinden süzülen zihin kırıntılarını temsil eder. Her kapı ardında farklı bir bilinçaltı dünyası vardır. Kahramanımız sırayla buralardan içeri adımını atar. “Bütün kızlar senindir” ve ardından da “Sevgi için nasıl öldürülür?” yazısını görür Bozkırkurdu. Bir anda irkilir ve Hermine’nin ona yaşamayı öğretmesine karşılık kendisini öldürmesini istediğini hatırlar. Burada Hermine’yi öldürmek ne anlama geliyor? Belki de Hermann’ın karşıtı olan Hermine’yi öldürerek kendi yaşamına devam etmek, karşıtlarını yok etmek ve bir ihtimal olarak kendi yüksek bireyselleşmesini korumak istemektedir. Ve Harry Haller, kendi karşıtı olan Hermine’yi öldürür.

“Profesörün evinden kaçarak, intihara giden Harry’i anlayarak, ona yol gösteren Hermine, Harry’nin bir parçası, sığınağıdır. Bunu Harry’nin kendi içerisinde yarattığı da muhtemeldir. Bu açıdan bakıldığında, Hermine’yi bu odalardan birinde, Pablo’nun kollarında görüp, onu öldürmesi, kendi benliğinden bazı durumları silmesi anlamına gelmektedir.

Zengin, a.g.m. s.240

Romanın son sahnesinde ise Mozart çıkar Bozkırkurdu’nun karşısına. Mozart ve Goethe ölümsüzleri, kültür dünyasının en üst noktasını temsil etmektedir Harry için. Harry’nin içinde çarpışan iki kutup aslında bu ölümsüzler dünyası ile Harry’nin yaşadığı dönem olan, her şeyin sıradanlaştığı, Amerikanlaştığı dünyadır. Bozkırkurdu yaşamayı bilmeyen ve intiharın eşiğinde biri olarak girdiği Sihirli Tiyatro’dan, ben’inin parçalarını keşfeden ve onlarla oyun oynama bilincine ulaşan biri olarak çıkar. “Yayıncının Önsözü” bölümünde ev sahibinin yeğeninin de belirttiği gibi Haller’ın intiharı seçmediğini romanın kapanış bölümünden anlıyoruz.

Bir gün gelecek, ben’in parçalarıyla oynanan bu satranç oyununun daha iyi üstesinden gelecektim. Bir gün gelecek gülmesini öğrenecektim. Pablo beni bekliyor, Mozart beni bekliyor.

s.196

Sonuç

Hesse, uzun yıllar eleştirmenler tarafından Alman gelişim romanı geleneğinin özgünlükten uzak bir ardılı olarak değerlendirildi. Onlara göre Hesse, geleneklerin kıskacında olan bir yazardı. Modernist yeni biçimlerden haberdar değildi, üstelik toplumun dışında yaşayan bir bireyciydi, yaratıcılığın coşkusunu yaşam amacı yapmış bir fildişi kule sakiniydi, mistik düşlerde kendini yitiren bir romantikti. Fakat tüm bu eleştirilere karşılık biz bugün görüyoruz ki Hesse, yarattığı “Bozkırkurdu” romanıyla geleneklerin bütünüyle dışına çıkarak, çok katmanlı farklı anlatıcıların yer aldığı bir yapı oluşturmuştur. Ayrıca Hesse, yarattığı “Kurt” alegorisiyle bütünüyle alışılmışın dışına çıkıp modernist fikirler oluşturarak, aslında birey üzerinden topluma karşı güçlü bir eleştiri yönelten bir yazardı. İnsanın parçalanmış ben’ine vurgu yapan ve bunu “bozkırkurdu” alegorisiyle somutlaştıran Hesse, bireyin bu konumunu toplumun içinde bulunduğu durumla bağdaştırır. Ona göre insan iki çağ arasında sıkışıp kalmış ve toplumun sahteliklerine, burjuvazinin sığlığına dayanamamış ve bunalım içinde kalmıştır. Bir yandan burjuvaziyi ve toplumun sahteliklerine sırt çeviren insan, bir yandan da burjuvazinin o sıcak ortamına hasret duymuş ve toplumdan bütünüyle kopmanın verdiği acılarla kendini bu sıcak sulara bırakmak istemiştir.

İşte bu denli güçlü, bu denli modernist bir anlayışla ve farklı tekniklerle harmanlanmış olan bu eser, elbette ki “gelenekçi” eleştirisini hak etmiyordu. “Bozkırkurdu” eseriyle kendi zirvesini yakalayan Hesse, daha sonra yazdığı son ustalık eseri olan “Boncuk Oyunu” kitabıyla da geç kalınmış bir ödül olarak, Nobel Edebiyat Ödülü’nü almıştır. Bozkırkurdu içeriğindeki farklı alegorik imgeleriyle bireyin iç dünyasına bizi davet ederken, daha önceden de sık sık belirttiğimiz gibi yazar Hesse’nin bilinçaltından ve kendi hayatından izlerle yarı otobiyografik bir roman olarak ortaya konmuştur. Hesse, kendi hayatında yaşadığı intihar ve bunalımlarını romana aktarmıştır. Dünya Savaşı’nın getirdiği buhranı ve çağdaşlarına yönelttiği güçlü eleştirileriyle oluşturduğu “apolitik militan” kimliğini bütünüyle romana aktarmıştır. Yaşadığı evliliklerin izlerini ve kadınlara karşı bakış açılarının psikanalitik imgelerini de romanında işlemiştir.

Görüldüğü gibi bu denli güçlü bir kurgu oluşturup bu denli değişik katmanlardan oluşan bir yapı ortaya koyulurken; aynı zamanda da kendi otobiyografik ögeleriyle psikanaliz tedavisi sırasında edindiği deneyimleri başarıyla aktaran Hesse, eleştirilerin aksine çağına yabancı kalmamış, toplumun içinde bulunduğu kültür yozlaşmasını ve savaş çığırtkanlığını eleştirerek sığ entelektüellerin aksine, aydın görevini layıkıyla yerine getirmiştir.

Emre HINCAL

Kaynakça

Hesse, Hermann, “Bozkır Kurdu’nun Düş Yolculukları” Yıldız Ecevit (der), Remzi Kitabevi, İstanbul (1994)

Hesse, Hermann, “Gesammelte Werke” Bd.10, Yıldız Ecevit (çev), (1994)

Hesse, Hermann, “Bozkırkurdu” Kamuran Şipal (çev), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul (2020)

Ünal, Çiğdem Dalım, “Alman Eğitim Romanında Avangard Dönüşümler” T.C. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Batı Dilleri ve Edebiyatları (Alman Dili ve Edebiyatı) Anabilim Dalı Doktora Tezi, Ankara (2003)

Zengin, Bekir, “Hermann Hesse’nin ‘Step Kurdu’ Başlıklı Eserinde Çağ Eleştirisi ve Psikanalizmin İzleri” C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi Aralık 2002 Cilt: 26 No:2 213-244

Bir Cevap Yazın