Psikoloji

Hayatın Başlangıcı: Sevgi

   Saygın, birikimli ve kaliteli bir ailede dünyaya gelmiş olsak hayatımızın daha iyi -maddi ve manevi olarak- olabileceğini düşündüğümüz, hayal ettiğimiz olmuştur kimi zaman. Ama maalesef bunun her zaman böyle olmadığını annesinin katili olan Başak Aydıntuğ bizlere açıkça göstermiştir. Peki kimdir bu annesini öldürecek kadar ‘psikopat, şizofren vb.’ sayılan Başak Aytınduğ?

   Başak, belki bazen sizin de sahip olmak isteyebileceğiniz kaliteli bir ailede dünyaya geldi. Annesi yani Prof. Dr. Ayşe Olcay Tiryaki hırslı, katı kurallı, disiplinli ve öfkelendiğinde durdurulamayan bir akademisyendi, babası ise Prof. Dr. Semih Aydıntuğ idi. Doktor anne ve babaya sahip Başak, onların tek çocuğuydu. Ve tahmin edebileceğiniz gibi üstüne titrenerek yetiştiriliyordu.

Başak Aydıntuğ ve annesi Ayşe Olcay Tiryaki

Başak dört yaşındayken uyku bozukluğu yaşamaya başlamıştı. Ebeveynleri bunun psikolojik bir rahatsızlık olduğunun farkındaydılar ama maalesef psikiyatriye gittiğinde ‘damgalanacağı’ düşüncesinden çıkamayan Olcay Hanım yüzünden babası Semih Bey de tedavide çok ısrarcı olamadı.

Başak böylece büyüyüp gidiyordu. Tabi annesi ve babasının yoğunluğundan dolayı zamanın büyük çoğunluğunu babaannesi ve dedesiyle geçirmek durumunda kalıyordu. Günümüzde de çalışan anne baba modelinde yaşanan bu durum aslında çocukların profillerinin şekillenmesinde farklı etkiler yaratabiliyor. Çünkü babaanne ve dede torununa duyduğu fazla sevgiden ona bir ‘otorite’ sahibi olarak yaklaşamayabilir -kaldı ki Başak’a da öyle yaklaşılmadı- ve gerekli katı kurallar uygulayamayabilirler yani çocuğa yapılması gereken yaklaşım yapılamaz. Ama yine de tanımadığımız bakıcıya/kreşe vermeyelim düşüncesiyle çoğu insanın başvurduğu bir çözümdür ve bu çözümden faydalanan Başak’ın ebeveynleri onun profilinin şekillenmesinde nasıl etkiler yarattığını bilmiyordu eminim ki.

Bir süre sonra -Başak’ın lise çağında- annesi ve babasının sürekli kavgaları başladı ve bu olaylar boşanmaya kadar gitti. Tabi fırsattan istifade artık iki kapısının olmasına güvenen Başak derslerini de boşladı, iki taraftan da yararlanabildiği kadar yararlanmaya çalıştı. Bu sırada iki kapısı Başak için iki zıt kutup oldu ve fazlasıyla arada kalmasına yetti. Annesi tekrar derslerini düzeltmesi için onu sıkıştırdı, anneannesi diğer tarafın Başak’ı kendine karşı doldurulduğunu düşündüğünden artık onu torun kategorisinden çıkardı, bir de babasının yeni ilişkisiyle ‘Yeni torun gelecek sen ortada kalacaksın.’ dedikodularının ortasında kalan Başak hiçbir evde kendini ‘evinde’ hissetmez bir hale geldi.

Bu sırada başarılı bir liseden mezun oldu ve Bilkent Üniversitesinde Hukuk bölümünü bir şekilde kazandı. Belki de başarılı bir yeri kazandığının rehavetine kapılan Başak derslerini tekrardan boşladı. Tabi kuralcı annesinin hiç hoşuna gitmeyen bu durumdan dolayı sürekli kendini annesiyle bir tartışma halinde buldu. Bunlara dayanamayan Başak birçok psikiyatriste gitti ama istediği gibi olmadığından sadece reçete edilen ilaçları düzensizce almaya başladı.

Annesini öldürdüğü gece Başak eve geldiğinde annesi ona ‘Yine kimin koynundan geliyorsun, otur da ders çalış, geri zekâlı, böyle hukuk fakültesi değil, açık öğretim bile bitmez.’ gibisinden cümleler kurdu ve tartışma başladı. Daha sonra annesi uyumak için odaya gitti, o arada Başak mutfaktan bir bıçak aldı ve gidip annesine saldırdı. Biraz boğuştuktan sonra annesini öldürdü hatta kendisini de öldürmeye yeltendi ama ‘annesinin soyu tükenmesin’ diye vazgeçti.

   Eminim bu kan donduran olayı okurken çocuk yetiştirebilmenin ne kadar önemli olduğu fikri içinize işlemiştir. Sürekli psikoloji yıpratan olayların arasında kalan Başak kendince çareyi annesini öldürmekte görmüş hatta cezaevine gittiğinde sonunda daha özgür olduğunu hissettiğini söylemiştir. Çünkü ona yıllarca bir yandan katı annesi, bir yandan ailenin kavgalı boşanması, kendini hiç evinde hissedememe, ait olduğu yeri bulamama duygularının yaşatılmasından dolayı hep kendini kafeste hissetmiştir aslında.

   Dolayısıyla bu örnekten göreceğimiz üzere çocuklar doğdukları andan itibaren sevgi, şefkat ve güven hissetmeye mecburdurlar. Tabi ki herkes başarılı bir çocuğunun olmasını ister ve bu yüzden disiplinli bir otorite de kurmaya çalışır fakat çocuğunuza sadece otorite kurarak sevgi veremezsiniz bu zaten mümkün değildir. Sevgi, şefkat ve güven ilişkisini alamayan ya da benzeri sebeplerle bunlardan yoksun çocuklarda güvenli bağlanma oluşmaz ve tepkisel bağlanma bozukluğu ortaya çıkar.

   Bu bozukluk okurken ne kadar basit görünse de aslında çocuğun kaderini bile etkiler -Başak’ın yaşadıkları gibi-.  Yani ebeveyn olmak iş olsun, eşimle aramız düzelsin ya da bari bir kardeşleri daha olsun gibi düşüncelerle yapılacak bir ‘görev’ olarak görülmemelidir. Eğer bir çocuk sahibi olmak istiyorsanız -kelimenin tam anlamıyla- hayatınızda çok büyük bir değişikliğe yol açmış oluyorsunuz aslında. Çünkü bir birey olacak bebeğin doğumundan itibaren kendinizi ona adıyorsunuz, sevgi, şefkat ve güvenle yetiştirmeli, aile içi sorunlar olsa da bunu ona yansıtmamalısınız. Zaten tam tersini yaptığınız halde çocuğunuzda güven problemi, bağlanma bozukluğu ya da Başak gibi bir kişilik -bir ihtimal- ortaya çıkabilir.

   Şu sıralar dizilerini izlediğimiz ya da kitaplarını okuduğumuz psikiyatrist Gülseren Budayıcıoğlu bir videosunda tam da bu konuyla alakalı olarak annesinin de istenmeyen çocuk olarak dünyaya geldiğinden bahsetmiştir. Evet annesi istenmemiş ama ailede annesi doğduktan sonra ona dedesi sahip çıkmış tüm sevgi ve şefkati göstermiştir. Dolayısıyla Gülseren Budayıcıoğlu’nun annesi mutlu bir çocuk olarak yetişmiş ve güvenle bağlanmıştır. Bu noktada Gülseren Hanım’ın annesine dedesi sahip çıkmasaydı ve tüm ailede ‘istenmeyen’ olarak yetişmeye devam etmesi durumunda hem annesinin -ve dolayısıyla Gülseren Budayıcıoğlu’nun da- hayatlarının bu şekilde değil çok farklı olacağını söylemiştir. Ve tabiki de söyledikleri çok doğrudur çünkü istenmeyen, sevilmeyen, itilip kakılan bir çocuk olmak annesinin tüm yaşamını etkileyecek, belki de Gülseren Budayıcıoğlu bile doğmayacak ya da o da annesi gibi mutsuz bir çocukluk geçirecekti. Oysaki dedesi tüm sevgisiyle Gülseren Hanım’ın annesinin yanında olarak bunlara engel olmuştur.

   Ebeveyn olmanın, çocuğa sevgi, şefkat, güven verebilmenin, aslında sadece bir çocuk değil bir birey yetiştirildiğinin, bu bireyin çevreye, topluma, dünyaya etkisinin önemini anlatmaya çalıştığım bu yazımı Sait Faik’in şu sözleriyle bitirmek isterim:

“Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey.”

Bir Film Önerisi:

*Kevin Hakkında Konuşmalıyız

Yararlanılan ve İnceleyebileceğiniz Kaynaklar:

*https://medium.com/zeitgeist-dergi/cinayet-prof-dr-ay%C5%9Fe-olcay-tiryaki-c562bbf11484

*https://www.youtube.com/watch?v=zaXfNCG2XBc

*https://www.youtube.com/watch?v=RI9nE1x6Y1k&feature=youtu.be

3 thoughts on “Hayatın Başlangıcı: Sevgi

  1. Çok üzücü bir hikaye; nedense insanlar ihtiyacımız olanın başarı, iş, kariyer olduğunu düşünmek gibi bir yanılgıya sahipler. Halbuki en büyük ihtiyacımız sevildiğimizi hissetmek.

Bir Cevap Yazın