Deneme, Edebiyat, Kitap, Yazar/Şair

Kendine Ait Bir Odası’nda Kadın Olmak

Kadın.

Ataerkil toplumun altında ezilmiş olan kadın.

Adem’in kaburga kemiğinden yaratıldığı için küçümsenen kadın.

Yıllarca yeri ev ve mutfak olarak görülmüş kadın.

Bir zamanlar üniversitelere giremeyen hatta seçme, seçilme hakkı olmayan kadın.

Her gün sayısızca şiddete, istismara maruz kalan hatta öldürülen kadın.  

Etek giydi diye orospu, başını örttü diye cahil olarak nitelendirilen kadın…

Bu kadar yük fazla gelmedi mi size de? Oysa daha yazmadığım anlatılamayan neler vardır kadının içinde. Belki bunlar gibi belki bunların bilmem kaç katı dışlanma, ataerkil düşünce, eşitsizlik, adaletsizlik…

Ne yazık ki bu yükler 1900’lere ya da çok daha eski zamanlara ait değil. Hala var, hala içimizde, hala onlarla savaşıyoruz. Her gün bir kadının ölüm haberine üzülüp diğer gün yine kadının önemini anlatmaya çalışıyoruz. Kıyafetimizle yargılanıyor, beden ölçülerimize göre değerlendiriliyor, zor işleri beceremeyeceğimizi işitiyor, okula gönderilmiyor, mutfaktan çıkmaya layık görülmüyor, şiddetle karşı karşıya kalıyoruz.

İşte bu yüklerin ağırlığını yazmaya döken Virginia Woolf, topluma ders verici ve hemcinslerine ses olucu türden kitabıyla, ‘Kendine Ait Bir Oda’sıyla çıkıyor karşımıza.

    Büyük ihtimalle lisede belki daha öncesinde, sınıfınızdan birisi ya da siz şu soruyla karşı karşıya kalmışsınızdır: ‘Edebiyat tarihinde neden kadın yazara rastlamıyoruz?’ İşte Woolf bu sorunun tatmin edici cevabını ‘Kendine Ait Bir Oda’ isimli kitabıyla veriyor bizlere. Tabi sebebi az çok tahmin edilebilir olsa da Woolf detayı detayına anlatmaktan vazgeçmiyor. Mesela şöyle bir kurguyla örnek veriyor: ‘’ Shakespeare’in Judith adında son derece yetenekli bir kız kardeşi olmuş olsaydı neler olurdu? ‘’ Gerçekten neler olurdu? Shakespeare yeteneğiyle beraber eğitiminde de ilerleme kaydederken Judith okula bile gönderilmeye değer görmez, yeri ev ve kocasının yanı olacağı için ailesi onu evlendirmek istediğinde Judith yeteneğinin farkında olduğu için evden kaçar, aynı kardeşi Shakespeare gibi yetenekleriyle kendine bir yer edinmek için tiyatro oyuncusu olmak ister fakat kadınlar tiyatro oyuncusu olamaz yasağıyla yüz yüze gelir. Bir şeyler yapmak isteyen Judith en sonunda kendisine acıyan bir menajerden hamile kalır, kadın bedeninde yaşayamadığı ruhunun ağırlığı ile kendini intihar düşüncesi içerisinde bulur ve hayatına son verir.

Woolf’un kitabında yaptığı bu kurgu farklı şekillerde, farklı acılarla, farklı ezilmelerle aynı sona çıkabilir. İntihara ulaşmasa bile Judith hayatı boyunca hiç mutlu olamayabilir çünkü toplumun koyduğu kadın olmanın sınırları onu kadın bedenine hapseder. Judith gibi belki yüzlerce binlerce gerçek yetenekli kadın yazarlar bu sebeplerden ötürü dünya edebiyatımızda yer bulamamıştır fakat ne yazık ki kadınların tek yer bulamadığı alan edebiyat değildir.

Sizin de adınız gibi bildiğiniz kadının hala küçümsenip dışlandığı birçok alan sayabilirim ama zaten bunlara ne yazık ki hala haberlerde de şahit oluyoruz. Evet belki Woolf’un yaşadığı tarihlerde değiliz, kitabını yazdığı tarihlerde hiç değiliz ama kimine göre beş kimine göre on adım ilerleyebilmişizdir bu yazıyı okuduğunuza göre. Bunun sebebi de içinde yaşadığımız belki yanı başımızda olan gerici zihniyetlerdir aslında. Woolf kitabında şöyle değinir bu konuya: ‘’Kadının varlığına katlanamayan zihniyet; elbette onun yazmasına, okumasına, düşünmesine de karşıdır.‘’ ve başka bir yerde de şöyle der: ‘’Napolyon ve Mussolini bu yüzden kadınların aşağılığı konusu üstünde bu kadar önemle durmuşlardır çünkü kadınlar aşağı olmasalardı, kendi boyutları büyümeyi sürdüremezdi.‘’

Haklıdır Woolf; yazdığı her kelimede, yaptığı her kurguda, savunduğu her değerde haklıdır. Napolyon ve Mussolini gibi kadını aşağı gören birçok insan gelip geçmiştir bu dünyadan ve ne yazık ki hala gelip geçmeye devam etmektedir. Woolf bu yüzden kitabında erkeklerin kadınları kendilerini daha büyük göstermeye sağlayan bir ayna olarak kullandığı sonucuna ulaşır. Buna en basit örnek, edebiyat dünyasında karşılaştığımız bazı erkek yazar ya da şairlerin ortaya çıkardığı edebiyat ürünlerinin konusunun kadın veyahut kadına olan aşk olmasıdır. Yapıtlarında kadınlara methiyeler dizen ve bin bir türlü sevgiler sunan erkek yazar/şair, bu yapıtlarıyla ününde bir adım öteye giderken aslında zihninde kadının yerinin aşağı olduğu, şiddeti hak ettiği düşüncesi vardır.

Tüm bunlar, Woolf’un hemcinslerine verdiği güzel bir tavsiyeyle sonuçlanır: ‘’ Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın. ‘’ Yani Woolf, bağımsız bir kadın olmanın önemini vurgular burada. Kendine ait bir odanın, kimseyle bağlı kalmamanın, her şeye rağmen güçlü bir kadın olmanın önemini…

Unutmayın! Kadın bedeniniz hep bir yerlerde toplumsal sınırlara takılacak, gerici zihniyetlerle karşılaşacak, yapamazsın dolu cümlelerle yüzleşecek… Ama Mustafa Kemal Atatürk vazgeçmememiz gerektiğine şöyle vurgu yapar: ‘’ Bir toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça, diğer kısmı göklere yükselebilsin! ‘’

Topraklarındaki zincirlerinden kopan, kopmak isteyen tüm kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Gününün kutlu olması dileğiyle…

Yararlanılan ve İnceleyebileceğiniz Kaynaklar:

*Virginia Woolf – Kendine Ait Bir Oda (İndigo Yayınları)

*http://yazikonagi.com/konuk-yazar/virginia-woolf-kendine-ait-bir-oda-ozet

*http://begenmeyenokumasin.com/kendine-ait-bir-oda/

*https://www.insanokur.org/virginia-woolf-un-kendine-ait-bir-oda-adli-kitabina-dair-bedriye-korkankorkmaz/

Bir Cevap Yazın