Psikoloji

ÖDİPUS’A ARNO GRUEN BAKIŞ AÇISI

"Birbirimizi anlamak ancak çocukluk acılarımızı yok saymamakla mümkün olur."

Bugün hâlâ Freud ve Marx’ın diliyle konuşuyor ve tezlerimizi onların fikirlerinin üstüne sıralıyoruz. Psikoloji kümülatif bir şekilde ilerliyor fakat bir sonuca varamıyoruz. Sosyalist Psikolog Erich Fromm’un eleştirdiği üzere, psikologlar yalnızca kendileri için makale yazmayı görev edindiklerinden sadece üç beş konu etrafında dönerler. Oysa psikolojinin en başından beri gözden kaçırdığı şey, bireyi iyileştirip hasta bir toplumun önüne atmanın bir amaca hizmet etmediğiydi. Önce düzen değişmeli. 

Psikoloji bilimi yüzünü toplumun her kesimine çevirmeli ve konularını yeni modern insanın sorunlarına gebe kılmalı. Freud ve Marx yaşadıkları yüzyılın yeni fikirlerini ortaya atan adamlarıydı. Günümüzde ise “yeni fikirler” öne atan insanların sayısı azalıyor. Bugün o isimlerden birinden “yenilikçi, modern insanın sorunlarına” odaklanan Alman bir psikologdan bahsedeceğiz; Arno Gruen. 

Gruen, 1923’te Berlin’de doğup Amerika‘da psikanalist unvanını aldı. Üniversitede profesörlük yaparken yazıları sayısız dergi ve gazetede yayımlandı. Kitapları ödül alırken Amerikalı Yazar olan Henry Miller’den 

”Arno Gruen, Nietzsche’nin saygı duyacağı ilk psikanalist.”  sözlerini duyacaktı.

Onu diğerlerinden ayıran ve en önemlisi Nietzsche’nin bile saygı duyacağını düşündüren fikirleri nelerdi?  

Dünya’daki tüm egemen mekanizmaları yol açtıkları acıların, savaşların, topluma dayattıkları fikirlerin görülmesini önlemek ister. Psikanalizin ise bu gösteriye katkısı: Ödipus Kompleksini bir sebep olarak sunmakla başlar. Arno Gruen ise Freud ve Freud’un devamında ortaya çıkan Freudyen Psikanalizden ayrı olarak ilerleyerek bu gösterinin bir parçası olmaz. Ona göre iç dünyamızı anlamamıza olanak sağlayan bir dünya yok artık. Yaşamımız, hissedilen algılar yerine şekillenmiş tepkilerden oluşuyor. Kendimizde soluklanmaya vaktimiz yok. Her şey aniden tüketilmek üzere bizi bekliyor. Ne acı bir hayat tasviri. Dünyada bu kadar kötü şey varken bunların yükünü bireye atmak? Bunu yaparken de Ödipusu bahane göstermek?

Egemen mekanizması, psikanalizin burjuva sınıfına yüzünü dönmesinin ötesinde Gruen o çok meşhur Ödipus kompleksine farklı bir bakış açısı getiriyor; erkek ve kadında özerlik arayışı. Gruen’in bize göstermeye çalıştığı çok kıymetli bir farkındalık. Adeta satır aralarında bize siz dünyadaki egemen gücün baskısında ezilmemelisiniz, hayatınız tüketmeye dayalı ve gerçek olmayan hislerin barındığı bir ilişkiye teslim etmemelisiniz diyor.  

Yazının en başında olduğu gibi “çocukluk acılarımızı yok saymadan başlayacak birbirimizi anlamak” demesi, çocuklukta Ödipus ile tanışmamız. Fakat bu Freud’un ortaya attığı bir Ödipus değil, Gruen daha çok iki cins arasındaki farktan bahsediyor. Bir kadın için doğduğu andan itibaren ondan beklenen şey “potansiyel hayat taşıyıcısı” olmak. Erkek ise asla anlayamayacağı bu hayat verme hissini iktidarını kurmakla taçlandıracak.  Peki bu ne demek?

Kız çocuğu bir penisi olmadığı ve annesiyle özdeşim kuramadığı için penis kıskançlığını bastırmak adına babasına hayranlık duyacak. Annenin penisi olmadığı için aslında içinde taşıdığı kıskançlığı onunla kavga etmekle dışarıya vuracak. Oğlan çocuğu ise annesine karşı arzu duyduğu için babasından korkacak. Kastrasyon korkusu yaşayan erkek babasında da penis olduğu için annesine karşı duyduğu arzulardan dolayı babasıyla kavga etmekle dışarıya vuracak. Bu çocukların yetişkinlikte nasıl olacaklarını düşünelim.

Kadın, bir diğer penis sahibi olan babası dışında bir erkek bulup kıskançlığını bu şekilde dizginleyecek. Başka bir penis sahibinin egemenliği altına tekrar girerek. Erkek ise babasına duyduğu hıncını penis sahibi olmanın gücüne çevirip annesine duyduğu arzuyu başka bir kadına iktidar baskısı uygulayarak çözecek.

Ödipus’un açıkladığı bu kadar. Sorunlu bir çocukluk, aile bireylerini arzulama ve yetişkinlikte de sağlıklı olmayan ilişkiler. Egemen mekanizması bizi sorunlu olduğumuza ikna ediyor. Arno Gruen diyor ki “Sürekli kahramanlar aramaktayız. Kahramanımız haline getirdiğimiz erkek veya kadın gerçek insana dönüştüğünde onu terk ederiz. O andan itibaren onu küçümseye başlarız.”

Erkek annesini, kız babasını kahramanı ilan ediyor. Sürekli kahraman arayan yetişkin kendi öz farkındalığına fırsat vermemiş oluyor. Çocukluğunun böyle olduğuna inandığımız birey zaten nasıl kendinin farkında olabilir ki? Egemen mekanizması bireyleri böyle etkilemeye devam ederken, dünyadaki diğer sorunların altında gene “bireyin” hatası olduğunu söylüyor. Oysa psikanaliz benliği tedavi etmeliydi.

Okların ucu bireye dokunurken “gerçek, sağlıklı” ilişkiler için Gruen çocukluk acılarımızı yok saymayalım önerisiyle geliyor kitabında. Çünkü insanın bugün olduğu benliği, çocukluğunda yaşadıklarının birer tesiri. Bu dünyada eğer iki insan gerçekten birbirini anlamak istiyorsa çocukluğundaki acıları yok saymamalı, bunlarla yüzleşmeli. Ancak o zaman karşımızdaki insanın hareketlerinin nedenini anlayabiliriz ve ancak o zaman karşımızdaki insanın ruhunu sevebiliriz.

Arno Gruen bir hastasının ona şöyle dediğini yazıyor diğer sayfalarda “istediğiniz gibi olursam benimle yakınlaşamazsınız.” Hayatımızdaki insanlarla iletişim kurarken de aynı bu cümleyle ilerlemeliyiz. Kimse gibi olmadan, çocukluk acılarımızı yok saymadan, benliğimizle barışarak. Ancak o zaman yakınlaşabiliriz.

Yakınlaşın.

Öneri Kitap – Kaynak

Yazı yalnızca Arno Gruen Kendine İhanet kitabından yararlanarak yazıldığı için tek bir kaynakçamız mevcut, öneri kitap köşesiyle birlikte birleşmiş oldu.

Bir Cevap Yazın