OTOMATİK PORTAKAL’LI HUZURSUZLUK
Otomatik Portakal’ı okumaya başladığımda bir antikahraman olan Alex’ten nefret ettim ve kitap boyunca bu hissim değişmedi. Çünkü Alex, geceleri sokakları terörize eden, yaşamını şiddet üzerine kuran , her türlü kötülüğü yapan iğrenç biri. Oysa Alex 15 yaşında ve yardıma muhtaç bir çocuktu. Bu da hayata bakışımızı sorgulatacak türden bir üslup. Çünkü her şeyi Alex’e göre gördük , duyduk, hissettik. İç dünyasını bildiğimiz birine tamamen iyi ya da kötü diyemeyişimiz de bundan kaynaklanıyor. Bunu da şöyle düşünüyorum herhangi bir A olayında ben iyiysem karşımdaki kişiye göre kötü olabilirim, doğrularımız , yanlışlarımız farklı olabilir. Ama Alex’in içinde bitmek bilmeyen kötülük yangını var. Bu yangın onu ve bizi esir ediyor. Sanırım okuyucu bu hissi sevmediğinden kült bir roman olmuş.

Antikahramanımız gibi “gençliğin kötülüğününün” peşine düşmüş olanlara müzikle iyileştirmeye çalışan bir “patron” grubu da mevcut. Sanat zevki ve anlayışı gençliğe aşılanırsa geleceğe umutla bakılabilir düşüncesine sahipler ama gelin görün ki tezatlık kokuyor Otomatik Portakal. Ana karakter , başta Ludwig van Handel olmak üzere klasik müzik hayranıydı ve müzik onun için kanını kaynatan bir kaynaktı. Müzikle kötülüğün zirvesine çıkıyordu . Yani bir insana ne yapılırsa yapılsın değişmiyordu kötü yine kötüydü müzikle ya da müziksiz.
İşte kitap boyunca da sorguladığınız şey iyi ya da kötü nedir gibi temel sorular. En can alıcı nokta da benim için buydu. Alex’i çağ ötesi ve gaddarca topluma kazandırmaya çalışan ‘hükümet ve yanlıları’ bu soruyu gün yüzüne çıkarmakla kalmıyor insanı derin bir sorguya itiyor. İyilik, içten geldiği taktirde iyilik midir? Kişi iyiyi kötülüğün bir cezası olduğu için mi bir çıkış yolu olarak görür? İyi dediğimiz şey bir otomatik portakalın ürünü mü yoksa? Zannımca özgürlük çerçevesinde iyiysek iyi, kötüysek kötü oluruz, seçim, irade toplumdan daha önemlidir diyor yazar ve Alex’i namuslu bir seçim yapabilme talihini yitirmis olabilmekle iyiyi yeğlemiş yapıyor. Bunu da şuradan anlıyoruz:
“Tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna bir baskı yöntemi uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka bir şey yapamıyorum…” diyerek kitaba ismini romandaki bir yazarın kaleminden vermiş yazar. Bu açıklayıcı cümlenin derdi özgürlük. Hatta kitapta ardından şunu vermiş: “Halk özgürlüğü için başkaldırmaz, direnmez. Bir lokma ekmeğe, bir kaşık çorbaya değişir özgürlüğünü. Bunun için onların altına ateş yakmak , haklarını aramalarını sağlamak gerekir. Demokrasi istiyorlarsa onu kazanmak için savaşmaları gerekecektir.”

Derdi demokrasi, irade olan romandaki yazar hükümetin sapıkların , canilerin, hırsızların karanlıklardan çıkarak, yasa seven toplumumuza el sürmelerine, onları rahatsız etmelerine izin verilmeyecektir sözüne karşılık toplumun kabullendiği davranış türlerine boyun eğmeyecek, sadece iyilik yapmakla görevli bir makine haline getirmeyecek, seçme hakkına sahip olan kişiliğini yitirmemiş insanlar yetiştirmek ve Otomatik Portakal’a dönüştüren yönetime başkaldırmak için kendine kötülük yapmış Alex’i tanık olarak kullanmaktan da çekinmiyor. Reform değil cinayet derler buna, hükümet cinayet işledi diyerek ve ona oyun oynayarak Alex’i , eski Alex haline getiriyor. Alex için yaşam neyse bizim için de o. Çünkü bildiğiniz gibi yaşam aynı kalmaz hep bir şeyler değişir, gelişir. Antikahramanımız da büyüdü. Yarın oldu hoş çiçekler açtı, kokmuş dünya döndü, yaşlı Alex’imiz Aydede’yle ve yıldızlarla yukarlarda.
Şimdi Anthony Burgess söyle bakalım ne yapacağımızı? Ha?
Okuyucularım size bir soru: Tamamen iyi bir dünya yaratmak için her yol mübah mıdır? İyi yaratmak için birine kötülük yaratmak gerekiyorsa bile.
(Bana göre kişi Alex olursa her şey yapılabilir.)
Filmi için :
https://kultfilmler.com/otomatik-portakal-a-clockwork-orange/